Rojava’da Devrimci Kültür-Sanat ve Dayanışmacı Ekonomi

Son muhteşem olacak!”1

Rojava’da devrimsel bir dönüşüm yaşanıyor. Yaşam, toplumun tarihsel toplumsal değerlerine dayanan bir felsefeyle yeniden örgütleniyor. Kapitalist modernitenin, sömürgeciliğin ve ulus-devletçiliğin yol açtığı tahribatlar yavaş yavaş onarılıyor. Ulus devlet sömürgeciliğinin tek tipleştiriciliğine, toplumu nesne olarak konumlandırışına, toplumun karar alma, uygulama, üretim ve yaratım potansiyelini körelten anlayışına karşı, demokratik konfederal sistemin komünaliteye, çok renkliliğe ve özgüce dayanan anlayışı örgütleniyor. Kültür sanattan siyasete kadar bütün alanlar bu anlayışla örgütleniyor. Bu makalede Rojava’da kültür-sanat örgütlenmesinin tarihsel ve ideolojik dayanaklarına değinerek, maddi imkanların nasıl oluşturulduğuna, komünalite anlayışının nasıl pratikleştiğine odaklanmaya çalışacağız. Kapitalist modernitenin sanat endüstrisi ve sanat anlayışının hegemonyası karşısında demokratik modernitenin sanatını örgütlemek şüphesiz ki kadın özgürlük mücadelesi için de stratejik bir önemdedir.

Komünalite, Sanat ve Ekonomi

Kültür-sanat, toplumun kollektif tahayyülünün ifadesi olarak anlam bulmuştur. Sanat başlangıçtan beri kutsallığın ifadesi, hakikatin yorumlanmasının, yaşamın anlamlandırılmasının bir yöntemi olarak işlev kazanmıştır. Estetik kaygı yaşamın her alanında belirleyici olmuştur. Ruhun beslenmesi, yaşamın güzelleştirilmesi toplumsal bir ihtiyaç olarak görülmüştür. İnsanlar bunun için mağaraların duvarlarını süslemişler, ritüeller geliştirmişlerdir. Yaşamlarını gelişkin bir sanat anlayışıyla yorumlamışlardır. İnsanların yaşamı yarattıkları bu sanatla zenginleşti, manevi olarak güçlendi. Öyle ki Ezidi mitolojisinde insan varlığı ile müzik arasında doğrudan bir bağ kurulur. Şöyle deniyor: “Def ve şibap gelene kadar insanın bedenine ruh girmedi. Ruhun bedene girmesi için tanrının müzik aletlerini göndermesi gerekiyordu. Onlar gelince ruh insan bedenine girdi.” Müzik ruhun gıdasıdır sözünün kaynağı mitolojik zamanlara, hatta belki daha öncesine dayanıyor olmalı.

İnsanlığın tarihsel oluşum sürecinde parçalara ayrılmış bir yaşam görmüyoruz. Bütünsel bir bakış açısı söz konusu. İnsanın karnını nasıl doyurduğuyla, bunu nasıl ifade ettiği birbirinden ayrılmamıştır. Dolayısıyla belki de ilk sanatsal üretim olarak ele alabileceğimiz mağara resimlerine baktığımızda, estetik yönü güçlü bir hikaye anlatımıyla karşılaşırız. Kültürel ritüellerin gelişimi ve yaşamı sürdürmek için gerekli olan alet edavatların gelişimi, faaliyetlerin örgütlenmesi paralel bir gelişim göstermişlerdir. Dolayısıyla kısaca diyebiliriz ki sanatsal ve ekonomik faaliyetler örtüşmektedir. Ve ikisi de yaşamın örgütlenişine içkindir. Mesela kadın öncülüğünde gelişen köy-tarım devriminin mekanı olan bugünkü Rojava topraklarında kadına dair binlerce heykel ve sembol üretilmiştir. Kuzey Suriye’de müzik aletleri ile resmedilmiş birçok kadın temsili var. Teşili kadın, tevnli kadın, flütlü kadın temsilleri ve heykelleri var. Kadınların üretimleri ve yaratımlarının sanatsal ifadesi bu heykel ve temsillerde bugüne dek taşınmıştır.

Canlılığını koruyan komünal örgütlenme biçimleri, tarihsel gerçekliğimiz ve bugün dayandığımız en büyük güçtür. Kapitalizme alternatif yaşam olanakları giderek daha fazla örgütlenmeye çalışılıyor. Günümüzde alternatif arayışı en güçlü olanların neoliberal kapitalizmden en fazla zarar görenler olduğunu görüyoruz. Sanat-ekonomi-politika toplumun ahlaki ve komünal değerleriyle örgütlenen alanların başında geliyor. Dayanışma ekonomisi, topluluk kontrolündeki mikro lokal ekonomilerin varlığı giderek daha önem kazanıyor. Dünyanın her yerinde bu tarihsel komünalite geleneğinin güncel ifadeleri ile karşılaşıyoruz. Rojava’da örgütlenmekte olan demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigma da bu toplumsal tarihe dayanır.

Kendi kendine yeterlilik ilkesi, dayanışma ve kolektivite Kürt toplumsal yaşamında canlılığını koruyan formlar olduğu için, devrimin demokratik komünal ekonomi anlayışı toplumun dokusuyla uyuşuyor. Tekelci endüstriyalizme karşı komün ve kooperatiflere, özyeterliliğe dayanan eko-endüstri, eko-tarım geliştirilmeye çalışılıyor. Kapitalizmin azami kar anlayışına karşı toplumsal fayda, yaşamsal ihtiyaçların karşılanması ön planda tutuluyor. Ekonomik faaliyetin yaşamdan ve kadından koparılması; kar, rekabet ve tüketim odaklı yürütülmesi ekonominin inkarı olarak ele alınıyor. Ekonomiyi yaşamın diğer alanlarından soyutlayan bir anlayış yok. Aksine, toplumun etik ve estetik değerleriyle örgütlenen temel bir yaşamsal faaliyet olarak ele alınıyor. Dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi Kürdistan’da da ekonomik faaliyetin icra edilmesi estetik bir ifadeye kavuşmuştur. Toplumda kültür-sanat ve ekonominin ilişkiselliği bu icrada açığa çıkar. Kültür kelimesinin farklı dillerdeki etimolojisine baktığımızda da toprak, üretim ve kültür bağını görürüz. Kürtçe’de çand/çandinî, İngilizce’de cultur/cultivation buna örnek olarak verilebilir. Geleneksel kürt kültür-sanat formlarına baktığımızda ekonomik bir faaliyet eşliğinde icra edildiğini sıkça görürürüz.

Nasıl Bir Sanat?

Sanat politik bir alandır. Sanatçı ve sanat eseri toplumda ideolojik bir değişim dönüşüme yol açar. Bunun için egemenler herzaman sanatı ve sanatçıyı iktidarlarının aracı olarak kullanmak istemişlerdir. Sanat kadının, toplumun elinden alınıp iktidar kurumlarının denetimi altına sokulmuş, iktisadi olarak da denetim altına alınmış, kurallara bağlanmıştır.

Şimdi alternatif bir sanat örgütlemek için kapitalist modernitenin parçalara ayırdığı yaşamı, körüklediği öz-biçim çelişkisini aşmanın önemi büyüktür. Komünal toplumların üretim faaliyetleri hem sanatsal hem ekonomik olarak kolektivizme, dayanışma ilişkilerine dayalıdır. Herkesin ihtiyacının karşılandığı, kendi kendine yeten, herkesin kültür ve toplum oluşumuna dahil olduğu bir dünyanın kültür-sanat alanı da aynı felsefeyle örgütlenir. Bu felsefe içinde sanat profesyonellerin tekelinde bırakılmaz. Toplumun bütün bileşenleri, kültür yapıcıları olarak sürece dahil olur.

Bu anlamda Rojava başta olmak üzere Kürdistan Özgürlük Hareketinin örgütlü olduğu alanlarda toplumun ahlaki ve komünal değerlerini parçalayan, sanat yoluyla bireyciliği, popülizmi, sahte özgürlük anlayışını ve kültürünü geliştirerek yayan kapitalist zihniyete karşı, ‘toplumsallık, sanatın varlık sebebidir, bencillik sanat ve sanatçının öldürülmesidir’ tespitiyle hareket ediliyor. Kapitalist modernitenin liberal, bireyci ve popülist anlayışı ret edilerek demokratik modernitenin alternatif kültür-sanat anlayışı ve tarzının geliştirilmesi, büyütülmesi ve örgütlenmesi için gerekli çalışma tarzı ve yöntemleri geliştirilmeye çalışılıyor.

Kürtlerin Tarihsel Sosyolojik Gerçekliğinin Sanat Üzerindeki Yansımaları

Rojava devriminde kültür-sanat çalışmalarının, ürünlerinin çok önemli bir yeri vardır. Bunu anlamak için Rojava’nın toplumsal tarihsel gerçekliğine, Kürtlerin kültür-sanatla ilişkisine bakmak gerekiyor. Kürt kültür sanatını etkileyen başlıca öğeler, coğrafya ve doğayla ilişki, neolitikten taşınan ahlaki-politik öğeler, ve egemenlerin tahakkümü, zor ve şiddet eylemleri olagelmiştir.

Yaşanılan coğrafyanın, toplumsal hiyerarşi ve tahakküme fazla olanak tanımayan, kollektivizmi dayatan koşulları Kürtlerin toplumsal kültürünün şekillenmesinde de belirleyici olur. Ovanın da bir etkisi olsa da Kürt halay, destan, şiir ve dilinde esas iz bırakan dağ yaşamıdır. Halayları, stranları, masalları ve destanlarıyla bunu dile getirir. Kolektif yaşam özelliklerini halaylarında gözlemleyebiliriz. Bir yandan öncülüğü ifade eden sergovend ama diğer yandan kol kola giren ve her kesin aynı ritme uyum sağladığı toplumsallık yansır halaylarda.2

Diğer yandan yaşadıkları coğrafyanın kadim halklarından olan Kürtler sürekli bir işgal ve tahakküm gerçekliğiyle de yüzyüze kalmışlardır. Kültürel soykırıma maruz kalmaktadır. Bugün Kürt toplumsallığını, tarihini anlamak, kavramak istiyorsa öncelikle Kürtlerin müziğine kulak vermeliyiz. Kürt kimliğinin ve kişiliğinin oluşumunda müziğin, özellikle de dengbejinin çok önemli bir etkisi vardır. Dengbeji, gerçeğin ve duyguların harmanlanmasıyla oluşur. Dengbeji bu anlamda salt bir şarkı formu değil, Kürtlerin kendi tarihlerini, kültürlerini, tecrübelerini, sorunlarını aktarmak için kullandıkları başlıca anlatım aracıdır. Dengbejlerin böylesi bir sorumluluğu vardır. Bu yüzden Kürtler için sanat diyince akla gelen ilk şey müziktir.

Rojava, toplumsallığında da müziğin böylesi bir anlamı vardır. Devrimden öncede dengbejler, sanatçılar çok çıkmıştır. Eski sanatçılar oldukça tanınır. Özellikle Afrin’de bir sanat altyapısı, sanata açık bir halk gerçekliği vardır. Belki de toprağa bağlılıktan, doğasının renkliliğinden geliyordur. Mesela bugün Şehba’da toplumu birarada tutan esas çalışmanın kültür çalışmaları olduğu belirtilebilir. Rojavada pek çok farklı halk yaşıyor. Binlerce yıl köylerinde, şehirlerinde kültürlerini korumuşlar. Ana atalardan kalan, bugüne dek korunan bir sanatsal-kültürel zenginlik söz konusu. Örneğin sadece koçerlerde 16 farklı halay var. Onlarca farklı makam var. Mesihiler, Kürtler, diğer halklar bu anlamda birbirlerinden etkilenmiş. Farklılıklar dostça bir harmoni içinde ifade edilmiş. Küçük bir alan olmasına rağmen her şehrin kültürel özellikleri farklıdır. Bir kültürel çeşitlilik, zenginlik görülmektedir. Bu çok renklilik bir demokrasi kültürü de oluşturmuştur.

Baas rejimi altında burda yaşayan toplumlar, bütün kültürel farklılıkları ve zenginlikleriyle birlikte yok edilmek istendi. Tek renklilik hakim kılınmaya çalışıldı. Suriyede Arap şovenizmi sanata hakim kılındı. Devlete bağlı sanat, devletin kuralları çerçevesinde gelişti ve ideolojik yönü zayıf, egemen sistemin propaganda aracı pozisyonuna geldi. Örneğin ressamların, heykeltraşların, müzisyenlerin Esad ailesine dair, Baas rejimini öven çalışmalar yapmak zorunda olması bu şovenizmin bir başka boyutudur. Baas rejiminin Kürtlere dayattığı kimliksizleştirme sanat alanında da yansımasını bulur. Rejim, toplumun özgün kültür-sanat kaynaklarını talan ederek, adeta sanatı yok etti. Köksüz, kendi varlığına yabancılaşmış, arabesk bir kültür oluşturur. Amude Sineması katliamında olduğu gibi bazı olayların travmatik etkisi ise Kürt toplumunda hala sürmektedir. 13 Kasım 1960 yılında 283 Kürt çocuğunun sinemada çıkan yangın sonucunda ölmesi, rejimin ihmalleri sonucunda gerçekleşen bir katliam olarak değerlendiriliyor. Sinema bugün hala pek çok insan için bu katliamı hatırlatır. Mesela, köylerde çocuklar için Charlie Chaplin filmlerinin gösterimi yapılmak istenir. Ev ev dolaşılarak davet edilir çocuklar. Bir anne çocuklarımız güvende olacak değil mi diye sorar. Bir başkası çocuğunu göndermek istemez. Bir başkası bir çocuğunu gönderir bir diğerini göndermez.

Sanatsal anlamda olduğu kadar ekonomik anlamda da bir tektipleştirme, köksüzleştirme yaşandı. Onbinlerce yıllık buğday türleri yok edilip, insanların toprakla, doğayla olan bağının kopması için özel politikalar geliştirildi. Kürdistan’da insanların tohumla, toprakla kurduğu ilişki canlı, duygusal bir ilişkidir. Tohum türlerinin her birinin özel ismi vardır. Rejim, bu tohum türlerini yok ederek, labaratuvarlarda üretilen tohumlara mecbur kıldı insanları. Şam 101 gibi seri numaralarıyla adlandırılan buğday tohumlarıyla duygusal bağ kurmak mümkün değil. Rejim’in onayı dışında ağaç ekilmesini, ürün ekilmesini yasakladı. Bu politikaların sonucu olarak diyebiliriz ki Afrin hariç Rojava’da toprağa bağlı bir yurtseverlik zayıftır. Mesela özgün bir mimari ya da yeşillendirme yoktur.

Sanat, Varlık ve Direniş

Diğer yandan varlığını koruma mücadelesi, kültürel direniş açısından müziğin, kültürel renklerin, dilin ayrı bir yeri vardır. Diyebiliriz ki Rojava yurtseverliğinin oluşumunda sanatçıların etkisi büyüktür. Devletin işgal ve baskısı karşısında sanat gizli bir kimliğe bürünmüştür. Halklar, düğün davet gibi küçük etkinliklerde, Newroz gibi önemli günlerde kendi dillerinde şarkılarını söyleyerek, ulusal kıyafetlerini giyerek kültürel sanatsal renklerini ortaya koymakta ısrarcı olmuş, kültürel direnişi geliştirmiştir. Kürtçe kaset dinlediği için, Newroz’a katıldığı yıllarca hapis yatan, işkence gören insanların hikayeleri istisna değil yakın Kürdistan tarihinde. Bu yüzden Kürtçe kültür sanat kendi başına bir direniş, isyan imgesi olmuştur. Kürdün varlığının ifadesi olmuştur.

Kültürel soykırım karşısında kültürel direniş, siyasal-askeri mücadeleye de rengini vermiştir. Ya özgür yaşam ya kölece yaşam bir tutum olarak devrimci kültürün özünü oluşturmuştur. Hozan Mizgin, Hozan Serhat gibi devrimcilerle başlayan devrimci kültür geleneği, Kürdistan Özgürlük Mücadelesinin yayılmasında önemli bir sorumluluk üstlenmiştir.

Rojava’da sanatsal çalışmalar aracılığıyla taşırılan bir özgürlük anlayışı var. Özgürlük, bütün dinlerin, halkların birlikte yaşayabildiği, üretebildiği harmonide açığa çıkar. Bu harmoniye kastedilen yerde açığa çıkar direniş. Özgür varlığın kavgası verilir. Özgürlük değiştirebilme gücüdür aynı zamanda. Kültür sanat işte bu direnişi oluşturan, hikayeyi değiştiren, kürdün varoluşsal anlam yüklediği alandır. Kolonyalizm/sömürgecilik altında kavgasını yürüttüğümüz varlık savaşı, sanat alanına ilgiyi hep canlı tutmuştur. Sanat özgürlük mücadelesinden bağımsız ele alınmadığı için tüketilen bir meta, özel bir mülkiyet gibi yaklaşılmaz. Böyle yaklaşılması garipsenir. Kendini öne çıkaran, sanatını kültürel direnişin ve devrimci kültürün hizmetine koymayan sanatçılar çok kalıcı olmaz halk içinde.

Bugün Rojava işgal ediliyor. Tarihi yapılar yok ediliyor. İnsanlar katlediliyor. Evler yıkılıyor. Bir savaş gerçekliği var. Yanısıra bir devrim gerçekliği de var. İnşa ve yıkım içiçe geçmiş durumda yani. Bu halkın içinden çıkan sanatsal üretimler de bu duruma göre şekilleniyor. Sanat süreçten kopuk ele alımayacağı içindir ki an’a bağlı olarak sanatçı kendi gözünden yorumluyor süreci. Şarkıların, şiirlerin, film ve oyunların teması devrim, direniş ve mücadele oluyor. Bu güncel politik atmosferin dışında üretim yapanlar olsa da genel hissiyatı değiştirmiyor bu.

Sermayeye Dayanmayan Bir Sanat Mümkün mü?

Kapitalist sistem, toplumu sanattan uzaklaştırmak için sanatsal üretim araçlarını kendi hakimiyeti altına almıştır. Sırf bu sistemin dışında farklı bir ürün çıkmasın diye büyük paralar harcanmaktadır kültür-sanat endüstrisine. Kültür sanat toplumsal bir üretim, varlık alanı olmaktan çıkarılıp endüstriyel bir pazara dönüştürülmüştür. Fikri mülkiyet hakları, dağıtım hakları gibi süreçlerle kültür-sanatın akışkanlığı kapitalist hukuka hapsedilmiştir.

Büyük paralar ortaya konularak üretilen eserler belki bir hayranlık uyandırıyor ama bu etki kısa sürüyor. Kalıcı olmuyor, çünkü köklerini toplumdan almıyor, topluma dayanmıyor. Kapitalist modernitede sanatın toplumla ilişkisi sakattır. Sermayesiz sanat yapılamayacağı iddia edilse de çok düşük bütçelerle veya para harcanmadan toplumun çok etkilendiği, sahiplendiği ürünler ortaya çıkıyor. Milyon dolar harcanarak sergilenen tiyatro, sinema ürünleri, şaaşaalı mekanların hepsi binlerce yıldır toplumun yapageldiği doğal sanatın önünü kesmek için öne sürülüyor. Binlerce yıldır devam eden doğal sanat formları değersizleştiriliyor. Mesela özellikle binlerce yıldır kadınların uğraştığı nakış ve çizim sanatı gibi, dengbejlik gibi. Doğalında sanat masrafsızdır, önemli olan yaşamla toplum ve doğayla bağı, yaratımdır. Ama şimdi ideolojik olarak bir anlam taşımayan, yaşamla bağ kurmayan sanat işleri büyük bedellerle satılıyor. Bu endüstriyel sanat sisteminde fakir olana, küçük olana pay düşmüyor, zengin olan daha da zenginleşiyor.

Yaşamsal anlamıyla bütünleşen sanat, paraya dayanmadan yapılır. Bu sanatçının yaşamını sürdürmesi için gerekli ihtiyaçlarını karşılayacak imkanları oluşturmaması anlamına gelmez. Ya da sanatsal ürünün, çalışmanın ortaya çıkması için hiç paraya ihtiyaç yoktur anlamına da gelmez. Demokratik modernitede dayanışma, komunal ruh, kolektif tarz ve anlam gücü sanat çalışmalarının esas belirleyici gücüdür. Bunlar olduktan sonra sıfır masrafla veya çok düşük bütçelerle sanatsal faaliyetler sürdürülebilmektedir. Rojava’da özerk yönetim sistemi içinde sanatçılar, yazarlar birliği gibi kurumlar olsa da dayanışma ekonomisi bağlamında özel bir kurumlaşmaya gidilmemiştir. Çünkü komün sisteminin kendisine içkin bir dayanışma ve kolektivite sözkonusudur. Üstelik söz konusu sanat olduğunda halkın tarihsel bir duyarlılığı olduğu, sanat kürdün varlığının direniş biçimi olduğu için komün tarzı, finansal ve lojistik açıdan halkın imkanlarına dayanma kültürü garipsenmemiştir. Denilebilir ki rojava’daki komünlerin en başarılı örnekleri kültür-sanat alanından çıkmıştır.

Aşağıda Rojava’da kültür-sanat çalışmalarının tarihsel olarak gelişiminin ve işleyiş-üretim tarzının birinci ağızdan anlatılara dayanarak aktarmaya çalışacağım. Rojava’daki kültür sanat çalışmalarının gelişimini ana hatlarıyla 1980-2000ler arası ve 2000ler-günümüz arası olarak sınıflandırabiliriz.

1980-2000 dönemi

1980ler itibariyle Rojava’da özgürlük hareketinin etkisiyle oluşan devrimci kültürün etkileri hızlı bir şekilde yayılmaya başlar. Koma tolhildan, Koma botan, koma cudi, koma agiri gibi gruplar bu yıllarda kurulur. 1983 sonrasını Kürt müziğinde komlar dönemi olarak adlandırabiliriz. Mücadeleyi katılımı da besleyen bir etkisi vardı bu komların. Komlarda yer alan pek çok kimse de mücadele içinde şehit düşmüştür.

Bu dönemdeki kültür çalışmaları bölgelerin özelliklerine göre de şekilleniyor. Mesela daha kapalı, feodal bir toplum yapısı olan Kobane’de kadınların kültür-sanat çalışmalarına katılımı daha geri plandadır. Ancak devrimden sonra bu yapı aşılmıştır. Ama daha açık bir toplum yapısına sahip olan Afrin’de kadın önünde engel yoktur. Kadınlar evlendikten sonra da çalışmalarına devam etmişlerdir.

Bu dönemde çalışmalar büyük bir gizlilik içinde evlerde yürütülür. Kurumlar yoktur. Rejim güçleri görmesin diye gece gizlice köylere gidip bodrum katlarında newroz hazırlıkları yapılır. Newroz çok önemlidir. Rejim güçlerinin özel bir baskısı söz konusudur. Newroz’da sahne alacak kom üyeleri gizlice getirilip sahneye çıkarılır, sonra kıyafetleri değiştirilerek halkın arasına karışırlar. Kültür, toplumun aynası, ruhu olarak ele alınır. Bir direniş kültürü var aslında. Halk kültürü bir varoluş yöntemi olarak ele almaktadır. O kadar baskı olmasına rağmen halkın vazgeçmemesinin sebebi budur. Çünkü newrozda kendini görür, şarkıda kendini görür. Newrozlar mücadeleyi besleyen en önemli etkinliklerdendir.

Bu dönemde yürütülen çalışmaların finansmanı halktan, kom üyelerinden toplanan yardımlar ile sağlanır. Mücadelenin bu döneminde yürütülen bütün çalışmalar komünal ruhla yürütülür. Halkın olağan yaşamı içinde yürüttüğü faaliyetler devrimci bir ruhla yeniden ele alınır. Çalışmaların finansmanını oluşturmak için hasat zamanları değerlendirilir. Toplanan yardımlar kültürün kasasına aktarılır. Halk genelde yoksuldur. Buna rağmen katkı sunmak için canla başla çalışır. İnsanlar hep birlikte mercimek hasadına gider, kaldırılan hasadı satılıp hareketin kasasına aktarılır. Hasat zamanı yürütülen bu çalışmaya Kültür öncülük eder. Mesela 100 kişi toplanıp şarkılarla, halaylarla iş yapıp, ürünü toplar. Daha zengin olanlardan doğrudan destek de istenir. Bu kişiler ya zeytin ya buğday ya da para olarak destek verir. Kom üyeleri hem şarkı söyler hem de maddi destek sunar. Çünkü amaç şarkı söylemek değil, kürtçe şarkı söylerek kendi varlığını ortaya koymak. Düğünler de hem devrimci mesajların taşınması anlamında hem de maddi destek toplamak açısından önemli araçlardandır. Bu dönemde düğünlere kom üyeleri çağrılır. Kürtlerin bir geleneği vardır, düğünlerde çalan davul zurnacıya para verilir doğalında. Bu para talep edilmez, herkes gönüllü verir. Bu paralar toplanıp kültürün kasasına aktarılır. Durumu iyi olmayan üyelerin belli ihtiyaçları bu kasadan karşılanır.

Sadece para toplamak için değil, yoksullara yardım etmek için de kültür öncülük yapar. Bazen gelir elde etmek için değil, yoksul olanların ya da çalışacak kimsesi olmayanların hasadını kaldırmak için de kalabalık gruplar toplanıp çalışmaya gider kültür öncülüğünde. Yoksul olanlara yardıma gidildiğinde de herkes yiyeyeceğini evinden getirir, doğal bir sofra oluşur, hep birlikte yemek yenir. Böylece halk kültürün kendilerinden ayrı bir oluşum olmadığını görür. Kültürün sadece şarkı halay değil, yaşam olduğunu, toplumla içiçe olduğunu görür halk. Bu toplanmalar halkta bir zihniyet oluşturur. Kültürün parayla, maddi imkanlarla yürütülen bir çalışma olmadığını da görür. Savunma nasıl heryerdeyse kültür de heryerdedir. Devrimin sırtını yasladığı alandır kültür. Kültürel devrimin temelleri bu dönemde atılır.

2000’den günümüze

Devrimden sonra kültür çalışmalarında bir patlama yaşanır. Halk en fazla savunma ve kültür çalışmalarına akar.

Devrimden sonra rejimin bir zamanlar kültürel kırım merkezi haline getirdiği merkezlere halk el koyar. Bu merkezlerde kurslar açılır. Mamostelere bazı ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için bir miktar yardımda bulunulur. Bu para da kurslara katılanların sembolik katkılarıyla toplanır. Her kurumun kasası vardır. 80lerde oluşan ruhla devam eder çalışmalar. Mecburiyetten değil, halk bu kültürü bildiği, benimsediği için bu dayanışma kültürü hep devam eder.

Kültür, yaşamın her alanında, yürüyüşlerde, taziyelerde, şehit merasimlerinde yöresel kıyafetlerle, stranlarla, davul zurnalarla öncülük yapar. Mesela bütün kültür üyeleri toplanıp şehitlikleri temizlemeye gider. Boykot kampanyasında, temizlik kampanyalarında, yoksullara yardım da her yerde kültür yerini alır. Halk bunu gördüğü için kültürü daha fazla sahiplenme gelişir. Kadınlar karşılıksız öncülük yapar bütün bu süreçlere.

Devrimden önce koşullar farklıdır. Herkes aynı zamanda çalışmak da zorundadır. O zaman kurumlar yoktur, haftada bir prova yapılır, geri kalan zamanlarda herkes farklı bir işte çalışır. Devrimden sonra rojavada yaşam koşulları farklılaştı, ihtiyaçlar farklılaştı. Artık herşey halkın olduğu için rejim kurumlarına gidip çalışma gibi birşey kalmaz. 2014’te Özerk Yönetim oluştuktan sonra kültür sanat kurulu ilk kurulan kurullar arasında yer alır. Baas döneminde kurulan devrimle el konulan kültür merkezleri kültür kuruluna bağlanır. Bu dönemde Kültür kurulu, müdürlükler oluşur, tiyatro, sinema, arşiv bölümleri oluşur. Tevçand, Kevana Zerin oluşur. Kültür, sanat komünleri kurulur. Şu an kültür sanat müdürlüğü bünyesinde Herekol Kitap Fuarı, Osman Sabri Edebiyat Festivali, Kadın Kültür Sanat Festivali, Çocuk Festivali, 2016 yılında kurulan Rojava Çocuk Orkestrası gibi faaliyetler yürütülmektedir. Resim sergileri, iki yılda bir bütün sanatçıların katılıp sorunlarını da tartıştıkları Rojava Sanat Buluşması gerçekleştiriliyor. Özerk Yönetim’e dahil olsun olmasın başka kurumlardan gelen projeler de destekleniyor. Mesela Qamışlo’daki içinde 4000 kitaplık bir kütüphanesi olan Okuma Bahçesi böyle bir proje. Rojava Aydınlar Birliği’nin projesidir. Süryanların, Arapların, Mesihilerin de birçok kom’u var. Bazen ortak festivaller ortak çalışmalar yapılıyor. Bütün sanat çalışmaları ayrım gözetmeksizin aynı imkanlardan yararlanıyorlar. Tevçand ve Kevana Zerîn de özgün birer hareket olarak bu sistemin içinde yer alıyorlar.

Yeni oluşan bu kurumların işleri de kolektif yürür. İşçi yoktur, birlikte çalışıp, birlikte üretilir. Örneğin haftada iki gün bütün üyeler kuruma gelir, baştan aşağıya temizlenir kurum. Kurumun temizliğinden misafir karşılamaya, sahne dekorunun hazırlanmasından kostümlerin dikilmesine kadar her iş kolektif bir şekilde yapılır.

Ancak kurumların kendilerini finanse etmek için bir yol bulmaları gerekir. Çalışanların bir kısmına sembolik ücretler verildiği, ya da teknik ekipman satın almak gerektiği için bir gelire ihtiyaç vardır. Her birim kendi finansmanını oluşturmak için sembolik de olsa konser gibi etkinliklerde bilet keser. Hunergeha welat’ın stüdyo bölümünün açılması da finansal açıdan bir katkı sağlar. Youtube yüklenen kliplerden ya da dağıtımdan elde edilen bir gelir ya da açılan kurslardan cüzi miktardaki para kültürün genel kasasında toplanır, sonrasında ihtiyaçlarına göre komünlere kurumlara dağıtılır. Bu dengeyi oluşturan, koordine eden kurum kültür kuruludur. Bazı kurumlara tarla veya bahçe verilir, orayı ekip biçip ordan gelen gelir kasaya aktarılır. Bu modelin yaygınlaştırılması ve sanat kooperatifleri oluşturulması hedefi olsa da bu henüz gerçekleştirilebilmiş değil.

Sinema Rojava açısından yeni bir alan profesyonel olarak gelişiyor. Daha fazla teknik imkan gerektiren sinema gibi üretimleri açığa çıkarabilmek için sınırlar aşan bir dayanışmaya ihtiyaç duyulur. Çünkü sinemanın finansmanı sadece halka dayanarak karşılanamaz. Ama mevcut imkanlar kullanılarak endüstriyel sinema standartlarından kat be kat küçük bütçelerle film çekilebiliyor. Ji bo Azadiye filminin çekimi bunun örneğidir. Mesela oyuncular halkın içinden seçildiği için, aktör ve figüranlara bütçe ayırılmıyor. Çünkü bizim filmimizdir diye yaklaşıyorlar. Kobane halkı bir çok sinemacıyı evlerine götürür, yemek-temizlik gibi kişisel ihtiyaçlarını karşılar. Patlamalar, sokaklar, dekor film için gerekli olan herşeyi insanlar kendileri yapar. Bu da bütçeyi nerdeyse yarıya düşürür. Aslında 80ler 90lar için bahsettiğimiz kültür devam etmektedir. Öncesinden gidip buğday biçilirken, şimdi toplanıp film için duvar örülür ya da evlerden yemek yapıp getirilir film setine, büyük sofralar kurulur. Çocuklar, gençler, kadınlar herkes katılır çekim sürecine. Bunun dışında özerk yönetimin bütün kurumları da güçleri oranında katılır. Özsavunma güçleri katılır. Elde olmayan bazı teknikler, avrupadan dayanışma ile sağlanır. Kobane’de bazı zenginler de yardım verir, küçük bir kısmı genel hareketin kasasından aktarılır, bir kısmını halkın imkanlarıyla karşılanır. Böylece bir denge sağlanır. Yüzde 70i bu şekilde karşılanır. Kültürün manevi boyutu sağlandıkça, maddi açıdan da imkanlar oluşur. Bir film için kullanılan teknik ekipmanın, sinema komüne ait olması ve kurumlar arasında ortak kullanımı da önemli bir boyuttur. Avrupada olsa saat hesabı para vermen gereken işlerin hepsi, kollektif dayanışma ruhuyla yürütülür.

Şehba’da gerçekleştirilen Leylun festivalini bir başka örnek olarak verebiliriz. Lokal olarak birçok eksikliği olsa da dışardan gelenleri hayranlık içinde bırakan bir ruhla örgütlendi. Bilgisayarı olanın bilgisayarını, fotoğraf makinası olanın fotoğraf makinasını getirdiği bir dayanışma zinciri ile festival alanının yanında havanlar patlarken yapıldı leylun festivali. Bir başka ilham verici deneyim ise Rojava Film Festivali. 13 Kasım 2016 tarihinde 1. Rojava Film Festivali düzenlendi. Bu festival, Rojava’nın toplumsal yeniden inşası ve sanatın demokratikleşmesi için mücadeleye devam ediyor. Festival ilk yıl 40 film alır. Dört yıl sonra 3150 film sunulur! 2019 yılında Serêkaniyê savaşı nedeniyle festival online ve sınır ötesi gerçekleştirildi. 20’den fazla ülke ve 50’den fazla lokasyonda Rojava Uluslararası Film Festivali açıldı. 13 Kasım, Uluslararası Film Festivalleri için eşsiz bir dayanışma örneği oldu.

Rojavaya gidip bunu görenler etkileniyor. Yerlerine döndüklerinde birşeyler yapmaya çalışıyorlar. Bir dayanışma gelişiyor. Avrupa’da yaşayan kürtler, Kürt sanatçılar çok çaba harcıyor yine. Mesela Kobanê için bir kamyon dolusu enstrüman toplanır ve gönderilir. Ya da şehba’da yapılan festival için mesela 40 yıldır Avrupa’da yaşayan bir Afrin’li görüyor, etkileniyor, yardım etmek istiyorum diyor ve para toplayıp gönderiyor. Mesele para değil, bir ruh oluşturduğunda bir çeşme gibi akıp yolunu buluyor.

Hunergeha Welat, Komuna sinema, Pargin, gibi çalışmalar festivaller, konserler, gösterimler düzenliyor. Dışardan da çok büyük bir ilgi var. bu hem manevi olarak besliyor ancak uzun vadede maddi imkanlar da oluşturuyor. Bir gelir oluşturuyor. Sur filminin gösterimlerinden epey finansman sağlanır mesela. Hunergeha welatin bir klibini 12-13 milyon insan izliyor, bu hem moral açıdan hem finansal olarak destekleyici oluyor. Kürdistan genelinde bir motivasyon, model de oluşturdu burdaki çalışmalar. Rojava’yla da sınırlı kalmıyor. Pargin, mesela geleneksel Kürt kültürünü yaşatmak üzerine çalışıyor. Mesela Başur’da pargin benzeri bir proje gerçekleştirmek isteniyor şimdi. Kültür hareketinden heyetler birçok ülkeye gidiyor. 80lerde atılan altyapı bugün bunu sağlıyor. Bugünkü kültür ruhu böyle oluştu. O zamanlar kültürde sanatçılık yapan baba bugün kızını kültür komünlerine getiriyor. Kızını bu ruhla büyütmüş. Çünkü Rojavada kültür ruhu toplum içinde kök almış. Nefes borusu olmuş.

Kapitalist Modernitenin Endüstriyel Sanatına Karşı Demokratik Modernitenin Toplumsal Sanatı

Kapitalist modernitenin kültür anlayışıyla demokratik modernitenin devrimci kültürü arasında aşılmaz bir çelişki ve yoğun bir mücadele olduğunu belirtebiliriz. Bu çelişkiler Rojava’da da yaşanıyor. Şimdi vin tv gibi kanallar yoluyla, kpd yoluyla farklı bir kültür öne çıkarmaya çalışıyorlar. Modernizmi yaymaya çalışıyorlar. Bireysel, popülist, maddiyata dayanan sanatı öne çıkarmaya çalışıyorlar. Ancak ruhu devrimci kültür içinde oluşan sanatçı bundan etkilenmez. Çünkü dayanışma kültürü, kom kültürü kök salmış. Popülizmin önünü alan kom ruhudur. Kom içinde herkes eşittir. Bir denge oluşturuyor kom. Maneviyat, kamillik, felsefe var. Sanatçı kendini tanıyor, sanatını mümkün kılan, yaratıcılığını açığa çıkaran ruhun nerden geldiğini biliyor. Endüstriyel sanat sektöründe sanat ürünlerinin satılması olağan olandır. Para kazanmayacağın konsere çıkmamak, filmi çekmemek olağandır. Oysa Rojava’da şarkı yazıp satmak ayıp karşılanır. Devrimin, halkın değerleri üzerinden para kazanmaya çalışmak ayıp sayılır. Demokratik modernitede sanat para veya kişisel ün kazanmak için değil; yaşamın anlam gücünü açığa çıkarmak için toplumsallığın estetik ifadesini ortaya koymak için yapılır.

***

Aşağıdaki bölümde Rojava’daki bazı sanat komünlerine değineceğiz. Komuna film a rojava, hunergeha welat, pargin, teatra sarya baran gibi kurumlar özgün kültürü korumaya ve geliştirmeye çalışıyorlar. Çalışmalarını örgütlerken kapitalist modernitenin çizdiği sınırları, koyduğu kuralları alt üst ederek sanat-toplum ilişkisini yeniden kuruyorlar. Sinema, tiyatro ve müziğin çalışma biçimi açısından da bir alternatif oluşturmaya çalışıyorlar. Kendi kendine yeterlik ilkesine dayanmaları, projelerini sanat endüstrisinin standartlarına göre oldukça düşük bütçelerle gerçekleştirebilmelerini sağlıyor.

Komuna Film a Rojava:

Sinema rejim döneminde yasaktı. Ses, resim, belgeleme yasaktı. Yani Rojava’da sinema sanatı için altyapı yoktu. Komünün üyelerinden Şero Hindê bu süreci şöyle anlatıyor:

İlk adım olarak, köy köy dolaşarak sinemayla ilgilenen gençleri aradık. Atölyeler düzenleyerek birbirimizi tanıdık, sinemanın abcsini öğrenmeye çalıştık. Ve film gösterimleriyle başladık çalışmalarımıza. Charlie Chaplin gibi orjinal, özgün sinema filmlerini köy köy dolaştırıp izlettik. Adımızı komuna film a rojava koyduk. Hayallerimizi gerçekleştirmek amacıyla yapıyoruz işimizi.

Şimdi kültür merkezlerimizde elimizdeki imkanları çocuklarla, yetişkinlerle paylaşıyoruz. İnsanlar yaptığımız sanatın öznesi, yaptığımız işin bir parçası oluyor. Bir sanat akademisi gibiyiz aslında. Halk için, halkla birlikte, kültürümüzün ruhunu taşıyan işler yapıyoruz. Annelerimizin hissetmediği, kendini bulmadığı, izlemediği filmler yapmak istemiyoruz. Kürt toplumu komunal ruhu yaşatan bir toplumdur, kolektivite vardır. Halkın desteği katılımı olmasaydı sinema işinin altından kalkamazdık. Kendilerinden bir parça olarak gördükleri için halka gittiğimizde yapabilecekleri ne varsa yapıyorlar.

İkinci adım olarak teknik olarka gelişmek için kendi hikayelerini, yaşamlarını filmleştirmelerini istedik. Akademiya şehit herekol’da bir yıl eğitim gördüler. Sonra komünün üyesi oldular. Pekçok yerden gelip destek olan sinemacılar oldu. rojavada alternatif bir sinema, alternatif bir kültür oluşturma çabasıydı.”

Önce kısafilm, belge film, sonra uzunmetrajlar çekilir. Senaryosu, fikri hep kolektif bir şekilde oluşturulur, tartışılır. Yapılan bütün işler kolektif bir şekilde yapılır. Senarist yemek yapar, yönetmen şöförlük yapar. Bütün toplum komün etrafında toplanır. Filmlerin konusu neyse o konunun özneleri oyuncu olur, film setinin çalışanı olur. Üretim sürecinde yer alanların hiç biri hiç bir maddi talepte bulunmuyor. Çünkü sanat farklı bir ruhla yapılıyor. Para için yapılmıyor. Kendi yaşamlarını, acılarını hayallerini yansıttığı için yer almak istiyorlar. Yükü ağır olmasına rağmen, birçok komün üyesi bu işi devam ettirmek istiyor. Diğer parçalardan birçok sanatçı da gelip çalışmalara katılıyor. Dışardan gelen yönetmenlere de destek oluyor komün. Haber kanallarının yansıttığı görüntünün ötesinde derin, güzel ve duruş sahibi bir görüntüyü yansıtmak istiyorlar. Sadece savaşı yansıtma amacı gütmedik. Kapitalizm sürekli bir yarış içine sokuyor sanatı, bütçeyi öne çıkararak içeriği, mesajı, anlamı geri plana atıyor. Dünyanın pekçok yerinden sanatçı komünlere destek oldu.

Teatra Sarya Baran

Grup adını Kürdistan Özgürlük Mücadelesi için savaşan iki devrimci kadından alıyor. Sarya ve Baran iki Kürt kadın aktör ve devrimcidir. İstanbul NCM kurulduğunda Jiyana Nu Tiyatrosu grubunda yerlerini alırlar.

Sarya Baran Tiyatrosu, oyuncularının tamamı kadın olan bir tiyatro topluluğudur. Kürdistan’ın ilk kadın tiyatrosu grubudur. Bağımsız bir gruptur. Bu grubun sadece üyeleri değil oyunları da kadın hikayelerinden oluşmakta ve kadın ve çocuk oyunları kendilerini temel almaktadır. Grubun yönetmeni, kıyafetleri, makyajı ve kostümü, dekoru ve ışıklandırması, kadınların fikirleri ve elleriyle hazırlanıyor. Dört kadın 6 aylık tiyatro eğitiminin ardından grubu oluşturuyorlari. İlk oyunları ‘Jina Bi Tenê’, ‘Diqîrim’, ‘Aştî (di)Baskê Çûkê De Ye’ gibi oyunlar ve ‘Diziya Bexçe’ adlı bir çocuk oyunu ile karşımıza çıktı.

Sarya Baran Tiyatrosu artık bu kadınlar için bir tiyatro okulu haline geldi. 2020’de Şehîd Yekta Herekolê Festivali’nde, ‘En İyi Yönetmen’ ve ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödüllerini kazandı. Tiyatronun kurucularından Sarya Golan, “Kadının bir varoluşu vardır, yaşamda nasıl etkileşime girer, nasıl sever, nasıl sinirlenir, nasıl yaratır ve yaratır, tüm varlığını ve mücadelesini insanlara estetik olarak sunar. Kadın oyunculuğu hayatından uzak değildir, hayattaki, sanattaki mücadelesi, hayat ve mücadele ile aynıdır.” diyor.

Pargîn

Kuzey ve Doğu Suriye’deki kültürel çalışmalar son 2 yıldır hızlı bir şekilde gelişiyor. Devrimin yarattığı atmosfer kendisini bölgedeki ezgiler, filimler, diziler ve giyim tarzına kadar gösteriyor. Kültürel çalışmalar kapsamında ilk kez Kültür ve Sanat Komitesi bünyesinde ‘Pargîn’ adında bir kurum Dêrik’in Deşta Sûsê köyünde kuruldu. Pargîn çadırların etrafının kazılması anlamı taşıyor. Bu yöntemle çadırın içindeki eşyalar yağmur suyundan korunuyor. Geleneksel kültürün korunması için kuruma bu ad verildi. Çoğu Koçer olan 25 kişi yaklaşık bir yıl önce Pargîn’in kurulması için çalışmalara başladı.

Pargin’in kurucularından biri şöyle söylüyor: “5 ay süren çalışma kapsamında kültüre karşı ilgisi olan insanlar seçtik. Özelikle kadınlar kültürün korunmasında ciddi sorumluluk aldığı için kadın sayısı fazla oldu. İnsanları teknik, araştırma, sinema ve kültür konusunda eğitiyoruz. Koçer kültürü halen varlığını koruyor. Üzerinde araştırma yapılabilir. İlerleyen zamanlarda farklı yerlerde şube açabiliriz. Sadece Kürt halkı için değil Arap, Süryani halklar ye içinde bu yapılır. Bu kurumları Kurdistani yapma projemiz var. Tüm kurumlarla iletişim halinde olacağız.”

Pargîn’de kameramanlık yapan Rojda şunları dile getiriyor “Şuan koçerlik yapıyoruz. Kültürün canlı şahidiyiz. Annem folklor çalışmalarında yer alıyor. Besta Sûsê köyünde doğdum. Koçerlik aile geleneğimizde var. Kendi kültürümüzü tanıtmaya çalışıyoruz. Kapitalizm ilerledikçe kültürümüz geride kalıyor. Biz de bunun önüne geçiyoruz.”

Kevana Zerîn

Kuzey ve Doğu Suriye’de kadınların kendini tanıma, kültür ve sanat yoluyla güçlendirilmesine yönelik kültür ve sanat hareketi olarak gelişiyor. Çalışmalarını bütün kantonlarda örgütleyen Kevan Zerîn, geçmişin güçlü köklerinden geleceği şekillendirerek gelenekleri besleyen ve onlara yeni bir soluk getiren bir kurumlaşmaya gitmektedir.

Kuzey ve Doğu Suriye genelinde Kevana Zerin projeler başlattı, komiteler kurdu, konferanslar düzenledi ve çok sayıda merkez kurdu. Bu merkezlerde kadınlara kültürel ve sanatsal eğitim ve Kürt dili ve edebiyatının gelişimi üzerine kurslar verilmektedir. Bu kursların amacı, Suriye dillerinin ve kültürlerinin mozaiğini sanat yoluyla zenginleştirmek, sanatın ve kültürün kapitalist sömürüsüne karşı mücadele etmek ve onu yeniden canlandırmaktır. Kevana Zerin faaliyetlerinde, genç kadınların hayatları ve bu çalışma sürecinde kendilerini görme biçimleri değişiyor.3

– – –

1 Ji Bo Azadiyê Film Müziği – Rûbarê min | Mizgîn Tahir – Mehmûd Berazî https://www.youtube.com/watch?v=o_vz5KaXkFI

2 Elif Kaya, Devrimci Kültürle Kültürel Direnişin Karşılaşmaları, Jineoloji Dergisi, sayı 22,“Kültürel Kriz ve Krizden Çıkış Arayışları”, 2021

Bunları da beğenebilirsin