ÖZÜNE YABANCILAŞMAK

Jiyan Tekoşîn

Her şey doğadan uzaklaşarak, yabancılaşarak başladı
İnsan kendisini ait hissettiği yere bağlanır. Ve bağlandığı mekanı sahiplenir. Bu sevgi olayıdır esasında. Sevgi, bağlılık, hissiyat gibi duygular yaşanmadığında aitlik hissi de doğmaz. Doğayı bir ana, yuva ve insanı onun bir parçası gören inanç ve felsefelerin yerini doğayı yenilmesi, alt edilmesi gereken bir düşman haline getiren düşünce yerleştikçe insan aklı doğayla birlikte kendi kendisini de tükenişe sürüklüyor. Halbuki bir ağaca bakıldığında ondaki güneşi, toprağı, suyu, insanı gören akıl ve duygu yoğunluğu da mümkündür. Kendindeki her bir parçayı onda görmek… Bu bütünlüklü bakış açısı olmazsa aramızdaki uçurum derinleşir ve o uçurumdan düşerek parçalanacak olan da biz oluruz.
Doğa ile kadın arasındaki bağı Şehit Zilan(Nagihan Akarsel) ne de güzel dile getirmişti; ‘ sizinle bir sırrımı paylaşmak istiyorum. Çocukken evreni anlamak ve aramızdaki bağ kurmak için arayışlarım olurdu. Insan dışında her canlı ile konuşurdum. Bizim orada ağaçlar yoktur fazla. Benim için en değerli şey ağaçlardı. Nerde bir ağaç görsem elimi verirdim ona. Ağaçlar olmadığı için arkadaşlarım, güneş, ay, yıldızlar ve yeşillikti. Ülkeye geldiğimde su ve ağaçlar bolca vardı. Düşünün bir ağaca dokunduğunuzda bu dokunuşu tüm ağaçlar hissediyordu. Bu çok güzel ve farklı bir durum…’ bu duyguyu yaşayan her kadın doğa ile olan bağının bilincini taşır. Bu kadim hafıza bilgi kadınla doğa arasındaki bağı hatırlayarak onu daha radikal biçimde savunmamıza yol açmalıdır.
Ekolojik krizi iliklerimize kadar hissettiğimiz, küresel ısınmanın sıcakları ile kavrulduğumuz, kuraklıkla, kirlilikle ve en son yangınlarla sarsıldığımız zamanları yaşıyoruz. Devletin talancı, katliamcı gerçekliği bu krizi daha derinleştirip doğada kendi kendini onaramaz ölümcül tahribatlara yol açmaktadır. Cudî’de, Akbelen’de yakılan ormanlar, kesilen ağaçların sermaye çıkarları kadar devletin toplum kırım politikaları ile bağı var. Köklerimiz onlara bağlıymışçasına kesilen ağacın sızısını, ahını ve öfkesini hissediyoruz uzak mekanlarda da olsak. Yakılan her ormanın içindeki canlıların haykırışlarını duyuyoruz. Talancı, istismarcı, tecavüzcü devlet zihniyeti durmadan yaşamı, doğayı kaosa sürüklerken bunlara karşı sessiz kalmak ahlakını ve vicdanını yitirmek anlamına geliyor. Devletin asıl yaratmak istediği de bu değil midir? Toplumu toplum, insanı insan yapan değerlerinden uzaklaştırmak, ahlaki ve vicdani sorumluluklarını yerine getirememekle başlar. Bu anlamda toplumsallığın öncüsü olan kadınlar olarak saldırının olduğu yerde direnişi yükseltme sorumluluğumuz var.
Kadınların ilk andan itibaren eylemleri ve duyarlılıkları gelişmekle birlikte ne yazık ki bunlar saldırıları durduracak bir yaygınlığa ve kapsama kavuşamadı. Bir yerde saldırı varsa orada mücadele zemini de vardır. Mücadele eden kadınları da görüyoruz. Akbelen’de polislere karşı bir ağaca sarılmış anneyi ve genç eylemci kadını gördük. O annenin elinden ancak bu kadarı gelir. Onun savunma yöntemi bizim duygu ve vicdanlarımızı ayaklandıracak etkiye sahip. Fakat ortak mücadele devreye girdimi, kolektif akıl ile devletin tahribatları durdurulabilir. Kadınlar gücü örgütlülükle, ortak mücadele ile zafere ulaşır. Bunun içinde doğaya yabancılaştırılmak istenen özü ortaya çıkarmak gerekir. Doğa katliamı bir kadın katliamıdır, doğa ana hafızamız, varlığımızdır.
Devlet aklı ile yaşama dair ne varsa parçalara bölünüp sonra da soykırıma uğratılmaktadır. Kadına, doğaya yapılan bu kırıma karşı demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigma ile mücadele yürütmek hepimizin ortak görev ve sorumluluğudur. Tek çözüm bu çizgi ile bütünlüklü bakıp herkesi mücadele alanına çekmektir. Bunu başaramadığımız taktirde ilerde sarılabileceğimiz tek bir ağaç, yudumlayacağımız bir nehir, gözlerine bakıp tebessüm edeceğimiz bir dağ ceylanı kalmayacaktır. Bu anlamda bizler de yok olacağız bu değerlerimizle! Yaşam değerlerimize sahip çıkıp korumak özümüzü korumaktır.

Bunları da beğenebilirsin