Köklerine dayandığı kadar akışa inanan bir bellek

NAGİHAN AKARSEL

Köklerine dayandığı kadar beslemeye inanan bir bellek… Çünkü bellek kapasitesi ve sıcaklıkların bir çözümüdür. Sana devredilen olduğu gibi korumayı değil, onun özünü özüne katarak zamanı ve dünyayı anlamayı ifade eder. Çatalhöyük’teki Mak’ı , Grê Êyndara’daki İştar’ı, Göbeklitepe’deki Dara Miraz’ı şimdi de anlamayı ve nesnenin ötesinde özünün üreticisi olduğunu bilmeyi gerektirir. Çünkü bellek ne saklanacak gizli bir köşe ne bir sığınak ne de tanımlanamayan bir geçmiştir. “Ol”, “Om”, “Ab” seslerini güncelleyene kadar, yukarda dağıttığımız seslerin ve bahsedemediğimiz daha güzelsini anlamayı ister. Bu seslerin ve doğu ısısında kazanç elde edilmeyen güzel yaşamsal olanakların aranması gerekir.

Benliğin bölük pörçük bolluğu arayışında olan insanın anlam arayışı burada beslenebilir. Çünkü doğuda yaşam enerjisi ve sisteminin iç içeriğinde gelişir. Bilimin bu zekanın çözümü ayarlıdır. Çünkü oluşum varlıkları ile yokluk, çiçeklerle dalgalar, canlılık ile cansızlık, aynılık ile çeşitlilik arasındaki düalistik karakterden güç alır. Enerji bu düalitelerin bir araya gelmesidir. Evren ve doğa bu dualiteden beslenerek sınırsız hareket halinde olan bir varlığı ifade eder. Bu oluşun belleğini an’da anlamanın yolu ise yerin yüzüne dokunmaktan geçer. Mekânın ruhu, gezegenin vadedilmiş kendini aramayı salık verir. Ve bu en çok anlam ile olur.

Anlam yeni doğan bir çocuğun gözlerindeki sertleşme gibi apaydınlık bakışlar ile ilham verir. Derin bir merak duygusu bu bakış açısına sahiptir. Gözleriyle kendini anlatan insanın inançları dolu, sevgi yüklü bakışları bu değişiyor. İnanç ve sevgi tek yönlü, maddi düzenlemelerle sınırlı bir varlığın değil, bütünsellikte anlamdaki varlığın bilgisini taşır. Bu bilgi ne anlamı yaşamdan kopup bir bilinmeyen havale eden idealist tedavi ne de dogmatik sınırlarda neden sonuç ilişkileri içerisinde her şeyi kontrol eden kaba materyalist tedaviye benzer. Richard P. Feynman’ın “Kuantum Elektrodinamiği / KEDİ: Işık ve Maddenin Tuhaf Kuramı” = tanımladığı gibi, “Doğanın sağduyuya aykırı, kendine özgü olan yanını anlamayı” esasını alır. Kuantumun anlamı bu anlamın karşılarıdır. Kuantum fizikçileri ne Newton fiziğine dayanan Durkheim gibi, “Duygu biliminin nesnesidir.” ya da “Tanrının toplumsal gücüdür.” Der. Ne de Saint Simon gibi gelişmeler ayrı bir bilim olması iddia eder. Toplumu bir atölye gibi ele alıp temel işlevi doğaya egemen olmaya indirgeyen yöntemlere karşı çıkar. Max Weber’in, “Modern toplumlardaki büyüklerin kayıtlıtur.” Sözünde yiten büyünün evreni bütün ikilemlerden soyutlayıp tuz akıl ya da tuz ruh ile ele alan tedavileri olduğunu söyler.

Belki de bu bozulmanın aklının ve kalbinin kopuşu ile gideceği sezer. Bu kopuş insanın insanla, özellikleriyle, evrenle başta olmak üzere her şeyle uyumlu beslenmeleri. Ve bu zehrin hammaddesi bilim adamları bir arada, başka bir yerde sınıflayan anlayışlardır. Gezegenin ve evrenin canlılığını birinci doğa olarak sağlıklı Abdullah Öcalan’ın dikkatini çeken yabancılaşma bu zehrin ürünleri. Ve bu ikinci doğayı doğuran doğayı toplumsal üzerinden vücut bulur. Üzerimize yağan kimyasal bombalar, lağıma dönüştürülen ırmaklar, çöplüğe dönüştürülen denizler, seçilene dönüştürülen ormanlar sadece insana değil tüm canlılara zarar verir. Bütün bunların tüm yaşam yaraları. Maneviyattan yoksun maddi dünya siborgları üretir. Maddiyat inkâr eden manevi dünya din başta olmak üzere bütün ruhsal dünyada hurafeler üretir. Birinci doğa ile ilişkimizi toplumsal doğa ve özellikle kadın parçaları üzerinden yeniden kurmanın önemine dikkat çeker.

   Jin’in öyküsü

İhtiyacımız olan o kadim ses, o kelam ‘jin’dir. Ve biz geçmişte kaybolmuş olan bu sesimizin farkındayız. Yılın hayat ve ölüm meselesinde koruduğu şifalı çıngıraklarının, kuşun göğün sınırlarını koruduğu özgürlüğün, dağların ve ağaçların kaderinin bitkilerin gücünün bilincindeyiz. “jin” diyen Bilge ses yarım asırdır kendi soğuruyor üzerinde yeşeriyor. Öğreti ile yaşam arasındaki kopukluk büyük bir mücadele ile aşılanıyor. Felsefe ile sıcaklığın içi içinde bu gelişiyor. Bilgelik zaman ve mekan ile oluşturma bağını jin’in bilgisi ile kuruyor. Bilimin sosyal yapısı doğal ve beşerî bilimler şeklinde parçalanmadan bilgelik temelinde yeniden tanımlanıyor. Ve bu özgürlük öyküsü kendi kelimelerini, seslerini, kavram kuramlarını ve kurumlarını yaratıyor.

Öykümüz komünal anacıl toplumdan binlerce yıl sonra Kürdistan dağlarında yeşeriyor. Bu öyküde “Ataerkil sistemin ana damarı güçlü ve kurnazların yolu” çözümlenmesi ona karşı bilgi yapılarını oluşturmayı, örgütlenmeyi ve mücadeleyi zorunluydu. Bu yolda taşlarını ören Jineoloji’nin jin’in bilgisine ve anlamlı yorum gücüne sahip olması da bununla mümkün.

Zira jin sesi suyu sevmek için deniz kabuğunu, havayı sevmek için fesleğeni, havayı sevmek için turnaları ve hiç kaybetmemek için bu duyguyu gizemi torbalarında taşır. Ölmemekte ısrar eder. Bize toprak, hava ve su ile birlikte nasıl yaşayacağımızın bilgisini verir. Paylaşımcı komünal bir toplumun ortak üretim ile kurulabileceğini ve istediklerini her şeyin birbirini tamamladığını tamamlar. Yaşam ile ölümün iç içeliği zamanı dolan bir canlının doğallığının bir parçasının bilinciyle bunu yapar. “Tohum dahiyi bırakmayacağız.” diyen tecavüze karşı gelecek çağrıştıran bu ses bize depolama alanları ayrılır. En eski gelenekler ve yeniyi yapıyorlardı. Bize yabancı olan yegâne gücün sermayedarları olduğunu deşifre eder.

Öykümüzde anlam, bütünsellik içinde yaşamdaki potansiyel hakikatini ulaşılabilirdir. Oluşun bilgisine tırnak olmak varlıkları ile yokluk arasında evrenin oluşumunu diyalektiğini değiştirilebildiği ile aynıdır. Bu potansiyel düz çizgi ve aynılığı kapsayan maddi düzenlemenin ötesinde daha derin yük içinde barındırılır. Zaman ve mekanın kendini depolamasının yaratıldığı mekanlara dönüştürülür. Maddi ve manevi dünya bir bütünlük içinde burada yeniden yaratılır. başta olmak üzere hemcinsleriyle, erkeklerle, toplumla, doğayla ilişkileri saklanmış kadınların depolama bilgileri oluşur. Ve bu bilgi ilk ve son sömürge olan kadının ataerkil sistemine karşı örgütlü bir çıkış olduğu için kısa zamanda evrensel bir niteliğe kavuşur. Hem kadın hem Kürt kimliği yerel ile evrenselin uyumluluğuyla, politik ve bilgi birikiminden elde edilen özgür kişisel olur. Çünkü Kürt evrensel olmaktır. Tarihsel ve toplumsal bağlamın içinde ayrıca ele alınması gereken çok önemli bir tespittir. Tel Xalaf kültürü ile dünyada tarım köy devrimine beşiklik eden Rojava topraklarının bugün demokratik, ekolojik ve kadın özgürlüğüne dayalı bir devrimin başlamasının gerçekleşmesi tesadüf değildir çünkü.

Bu oluşum mutlak doğrulardan azade kendi dinamikleri üzerinde akışkan bir hareketlik içinde gerçekleşir. Hareket dünyasının en acımasız teknolojilerine karşı temel yaşamsal ihtiyaçlardan kendini savunmaya kadar her şeyi yeniden yaratma koşulları. Zagroslar başta olmak üzere Kürdistan dağları bunun yerine yer olur. Duygusal, düşünsel kopuş yeni bir maneviyatın yolu olur. Bu kopuşun yeri ve zamanı eşitsiz savaş koşullarında bir performans inceliğinde fiziksel kopuş ile dokunur. Bu yolda gücün kendisini başarmak. Kavramların asıl ve asil yolculuğuna kavuşur. Ordulaşma bu kopuşun ipleri ile örülür. Partileşme ve konfederasyonlaşma adım adım gerçekleşiyor.

Toplumsal cinsiyetçilik rollerinden boşanmak, boşanmak ile aynı anlam taşır. Birlikte yaşamayı değil rakip olmayı öğrenmiş kadınların yeni bir kültür oluşturması zorlu ve meşakkatlidir ama. Çatışmanın yıkıcı değil üretken kılınması güçlü bir bilinç, sevgi ve mücadele gerektirir.

Bu yolda mücadele yöntemleri çok çeşitlidir. Onun bir an’ı bir kitabının konusu olacak kadar özetlenmiştir. Çünkü oynanan sosyal bir devrimdir. Devrim içinde gerçekleşen devrimi taşıyan bir yaşam ve kültür devrimidir. Toplumun ürünü olan bilimin bütün felaketlerin kaynağı haline gelmesine karşı bir durma, bir kültür geliştirilmektedir. Canlılık, anlam, sezgi, bilgi, duygu, düşünce iç içe gelişmektedir.

Zihnini değiştirmenin formülü bugünün sosyal bilimcilerinin yaptığı gibi bir madde değildir. Psikedelik ya da LSD maddesinin önemli olumlu etkileri olsa da bu temel çözüm olarak sunmak özünde bütün çılgınlıkların kaynağında yer alan bilimin kullanımı ve yönetim tarzı ile aynıdır. Kürdistan’da ise bireylerin değişiminin zaman ve mekan yapısı sosyal ve kültürel doku ile olan bağ inşa edilmektedir. Ve nesnellik adına nesne olmayı salık veren pozitivist bilimin hegemonik karakterine karşı yaşam esası alan bir bilim ile anlam ve anlama arayışı sürdürülmektedir. Bu özet bir mücadele ile geliştirilmektedir. Yaşamın anı ve alanı değişimi ve yaşayabilmek için mücadele alanıdır. Yurtseverlik toprak ile bağı anlamsızlaştıran küresel hegemonyaya karşı temel bir değer olmakta, düzenli liberalizmin bireyselciliğine karşı toplumsallığın iradesini ve eylemselliğini oluşturur. Düşünce ve anlam gücü buradan üretilerek etik ve estetik ilkeler kuşanan bir kurtuluş ideolojisi sunulmaktadır. Dogmalardan azade canlı bir ideoloji ile varlığının işareti olan varan kadınların kopuş teorisinden özgür eş yaşama boyunca süren toplumsal sözleşmelerini hazırlamaktadır.

Burada kendini yaşama hemcinsini yaşamak ile eşanlamlıdır. Aralarındaki duvarların taşlarını ören erkek egemenliklerini anlayabiliyor ve aşmak ise kendini tanımaktan, kendini bilmekten geçmektedir. Çünkü kabul ve kırmızı ölçüleri planlamaktadır. Günlük tutması ile arasındaki mesafenin kapanması için bir yöntem. Hemcins yaşamayı, sohbet etmeyi, üretmeyi öğrenmesi ise başka bir yöntemdir. Bunun için önce kendini sevmemesi gerekmektedir. Ve bu da bilinçli olacaktır. Devrimci geniş tekmil, toplantı, eğitim, çözümleme, platform, eleştiri özeleştiri bu bilinç ören yapı insanlarıdır. Bunlar yavaş yavaş toplumsal ortamlara da sirayet etmeyen sonuçlardır. Belleğini özellikleriça özelliklerine, gücü açığa çıkarıp anlamlandırdıkça yaşama, birbirlerini tanıyıp sevdikçe toplumsal tarihe yakınlaşır. Ve bunların adını cins bilinci, cins mücadelesi ve cins sevgisi olarak anlamını bulur. Ve bu bilinç, sevgi ve mücadele, yeni bir bilginin, bilginin yapı taşları olur.

Bu kültür Riena Easler’in Kadeh ve Kılıç = andronik kültürden gilanik kültüre dönüşüm olarak tanımladığı Kültürel Dönüşüm Teorisi’nden habersiz kadınların öncülüğünde dağlarda inşa edilir. Ya da şimdi dünyada cins kimliklerinin sorunsallaştırılması, toplumsal cinsiyetçiliğin belirsizleştirilmesine karşı tam anlamıyla korunur ve özlü bir çıkış olarak gelişir. Dağlarda pozitif bir pozitif dönüşüm enerjisi oluşur. Bu gerçeğin gücünün yarattığı anlamına gelir. Güç ilişkileri yerine gücün kendisi tanınabilir. Tahakküm ilişkileri yerine etik estetik bir yakınlık inşa edilir. Beslenme, üreme ve korunma gibi savunma ihtiyaçlarının yerine kendini gerçekleştirme kültürü yaratılır. Aşırı maddiyata boğulmuş, ruhsuz bir dünya yerine manevi bir dünya oluşur. Jin’in bilimi dağlarda bütünlüklü bir şekilde evreni anlamayı esas alır. Ve bu bilim tabaka ve ürünlerinin yerine tüm canlılar arasındaki ilişkilere kadın ile erkek arasında kalıcılık temel birim yaparak odaklanıyor. Batının mekanik, teknolojik, aşırı derecede kategorize edilmiş ilişkilerinden radikal bir ayrılmayı ifade ediyor. “Jean Baker Miller’in yakınlığı, Jessie Bernard’in “aşkın/görevin kadınca ruhu” ve Hz. İsa, Gandhi ve diğer manevi izlerin aşk diye adlandırdığı bu içselleştirilmişlikten bihaber kendi kaynaklarından beslenerek akıyor. Ve aşk teorisini yaratır.

   İnanalım temiz suyun türküsüne

Sonuç olarak hatırlaman ama yaşamının dokusunda semboller, hikayeler, efsaneler, desenler ve ezgiler ile devam eden hakikatin zamanına beklediğimiz. Bunu başarabiliriz. Oradan bize seslenen jin büyülü bir buradan. Büyüsü maneviyatı mistisizme eviren pozitivizmin olguculuğunda değil yaşam gücünde ve bu gücün kaynağı olan satışların ağında saklı. Ve bu ağ kendinle kurduğu ilişkiden başlayarak doğayla, toplumla zengine uzanıyor. Ruhi ve akli bütünlüğü esas alan demokratik, ekolojik ve kadın özgürlüğüne dayalı paradigmanın varlığını ortaya koyuyor. Bu bilgileri lanetleyen, değersizleştiren iktidar ve sermaye güçlerine meydan okuyor. İnsanı tahakküm adına çalışmaya yönlendiren pozitivist bilimi deşifre ediyor. Nesnellik ve aralıklar adına sezgi ve farklılıkların dışlanmasını kabul etmiyor. Düşünce ve duygu enerjisinin enerji değişimi ile bu tanıma ve tanımlama arayışını sürdürüyor.

Tahakküm ilişkilerinin sevgililerinin bunu yapan Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi yeni bir kültür oluşturuyor. İnsanın kendine, hayvanlarına, yabancılaşmasını aşmak için dokulara sızan kölelik kodlarına karşı savaşıyor. Bunu yine; Kendi bitkileri üzerinde ve köklerinden beslenerek Zagroslar’dan Rojava’ya yeniden inşa ediyor. Bu mücadelenin, onun bir an’ı çağının büyülü anlamlarını içinde barındıran özgün özelliklerini taşıyor.

Kadınları bilimden uzak egemenlik düzeninin bilim anlayışına karşı kendi bilim sosyalini ve akademilerini oluşturuyor. Toplumsal ahlak yolunda bilimle yoğrulmuş bir bilinç gelişiyor. Varlığını saklama ve varlığının dinamikleri ile uyum içinde olma bilgisi pozitivist bilimin aksine sadece deney ile değil deneyim ile gerçekleştiriyor… Bilgi ile maneviyat arasında boşluğa köprü olma yöntemleri oluşur. Empatiyi güçlendiriyor, kadınsı bolluğu keşfetmeyi, toplumsal dönüşümcülüğü esas alma, toplumsal ahlak ve bilinci ortaya çıkaran, özne nesne ayrımlarını aşma yolları ve bozulmaları ile bunu yapıyor.

Ruhla doğa, kadınla erkek arasındaki çatışmaların kaynağının gelişmelerin bilinciyle hareket ediyor. Çelişkilerin çözümünü çatışmaya değil üretkenliğe ayarlıyor. Bu nedenle güç hegemonik bir güç değil birlikteliğin farklı renklerine dönüşüyor. Bir tahakküm toplumundan başkasına değil sahiden alternatif bir topluma doğru geçişin bilgisi, özgürlüğün konforu gelişiyor. Rekabetin iş birliği ile bireyciliğin sevgi ile dengelendiği bir bilinç gelişiyor. Demokratik konfederalizm küresel ile birleşiyor. Hem gelecekte hem de gelecekte cevap veren ve bunu an’da anlayarak gerçekleştiren bir ahlak gelişiyor.

Özgür ortaklık ile şekillenen yeni bir dünya sistemi yeni bir paradigma şekilleniyor. 23 yıldır İmralı’ya adaya hapsedilen bu paradigmanın geleceği oluyor. Çünkü çağdaş izlerini kendinde keşfeden bir insan “an’a” “jin” hecesi ile dokunarak “olmak” fiiline anlam katıyor. Ve bu kalıcı yaşamın dokusunda keşfedilmeyi bekliyor.

Yeter ki inanalım. Füruğ’un, “Ve birleştirilmiş kimse /yüreklerimizden uçan/ doğuran güvercinin/ inanç olduğunu” dizelerine karşı bulunarak bu güvercinin bu inancının canlanacağının müjdesini verelim. Şimdi dağlarda çağın tüm teknolojilerini alt üst eden bir irade ile direndiğini bilelim. Bilelim ki, “İnanalım suyun temiz türküsüne…”

Bunları da beğenebilirsin