ÖZGÜN KADIN ÖRGÜTLENMESİ

Zozan Sima

Kadınların maruz kaldıkları şiddet ve iktidar biçimleri hem tarihin uzun bir dönemi boyunca sistematik biçimde uygulandığından hem de çok yönlü olduklarından bunu aşmayı sağlayacak mekanizmalar gerekir. Çoğu kez cinsiyetçiliğin ne olduğunu ataerkilliğin nasıl işlediğini öğrendiğimizde yaşamlarımızı değiştirebileceğimiz düşünülür. Farkına varmak ilk adımlardan biri olmakla birlikte farkına vardığımız gerçekliği değiştirecek araç, yöntem ve iradeye sahip olmadığımızda gerçeklik daha fazla kabus gibi çöker üzerimize. Çünkü artık başka bir yaşam biçimi olduğunu biliriz ve yaşadıklarımızın acısı derinleşir. Araç, yöntem ve örgütlenmelerle değişim iradesi geliştirmek devrimci ve aktivist kesimlerin sorumluluğudur.

Modernizm oldukça yüzeysel bir yaklaşımla kadınların emeğini piyasada satarak para kazandıklarında, kendilerine baskı uygulayan aile ve toplum bağlarını koparıp bireyselleştiklerinde özgür olabileceklerini salık verdi. Bu modernleşme projeleri kapitalizme cinsiyetçiliği daha zengin yöntemlerle ve derinleştirerek sürdürme olanağı verdi. Kapitalizm çağında kadınlar üzerindeki sömürgecilik liberal ideolojilerle kadın kimliğini silecek bir noktaya tırmandırmış durumdayken Ortadoğu’lu kadınlara hala modernizm bir çözüm olarak sunulmaktadır.

Neoliberal politikalarla ekonomik özgürleşme kadın emeğinin piyasadaki sömürü stratejilerinin bir parçası haline getirildi. Kadınların bedenleri üzerindeki sömürgecilik çocuk doğurmayı, cinsel zevki endüstrileştirdi. Sistem karşıtı radikal mücadele gelenekleri sivil toplumculuk (NGO) ile liberalleştirilerek sistem içine çekildi. Kadın hakları mücadelesinin liberalleştirmenin sürekli tekrarlanan söylemi ‘kadınların güçlenmesi’ idi. Peki sonuçta kadınlar güçlendi mi? Hangi kadınlar nasıl güçlendi? Bu güçlerini nasıl kullandılar? Örgütsüz ve toplumsuz biçimde kadınların özgür özneler olarak varolabilmeleri mümkün mü? Devletlerin yasalarında okuma, siyasete katılma ve şiddete karşı kazanılmış hukuki güvenceler de bu gün feminisid dediğimiz kadın kırımını önleyebilmiş değil. Bu açıdan kadınların güçlenmesinin anlamını yeniden düşünmeye ihtiyaç var.

Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi 40 yıldır sömürge bir halk, sınıf ve cins olmanın çelişkileri ile mücadele etmektedir. Türkiye’deki bir ada hapishanesinde 25 yıldır ağır tecrit altında bulunan Kürdistan özgürlük hareketi lideri Abdullah Öcalan’ın fikirleri ışığında Rojava Kürdistan’ı ve Kuzey ve Doğu Suriye topraklarında kadınların özgürlüklerinin garanti alan bir halk devrimi gerçekleşti. Yıllardır dile gelen başka bir dünya mümkün sloganını doğrular biçimde Kürdistan’ın dört parçasında, daha özelde de Rojava Kürdistan’ında başlayıp Kuzey ve Doğu Suriye topraklarına yayılan devrimle kapitalizm, neoliberalizmin zihinlerimize işlediğinin dışında bir yaşamın inşasını mümkün olduğunu gördük.

Bu devrimin dünyadaki birçok devrime benzeyen yanları olmakla birlikte iktidarı hedeflemeden devletsiz bir toplumsal sistem inşası gerçekleştirilme hedefi onun temel farklılığıdır. Dünyadaki diğer örneklerdekiler benzer biçimde devrime dönük birçok yöntemle saldırılar yapılmaktadır. 10 yıldır Türk devletinin, DAİŞ’in, Suriye rejiminin saldırılarına direnerek ayakta kalmaya çabalamaktadır. Diğer yandan neoliberal güçlerin devrimi amaç ve hedeflerinden saptırmaya çalışan yaklaşımlarına ataerkil geleneklere, cinsiyetçi yaklaşımlara, küresel sermaye güçlerine karşı da direnmektedir. Kuzey ve Doğu Suriye’deki devrim bir kadın devrimi tanımlamasını hak edecek birçok kazanımı açığa çıkardı. Kadın özgürlüğü, kadın-erkek arasındaki eşitlik gibi sorunları devrimden sonraya ertelemeden belki kimilerince erken, kimilerince lüks bulunsa da devrimin zorlu koşullarında hayata geçirdi. Bu yazıyı yazarken sosyal medyada kendine Kürt milliyetçisi diyen bazı kesimlerin jineolojinin lüks bir ideoloji olduğu yönünde değerlendirmesine denk geldim. Yani tüm dünyada jin, jiyan, azadi sloganı ile Kürtlük, Kürt kadınları onure olurken bu sözde milliyetçilerin tanımı dayandıkları gericiliğin saf bir yansıması olmuş.

Kürdistan kadın özgürlük hareketi geliştirdiği örgütlenme modeli ve toplumsal mekanizmalarla kelimenin gerçek anlamıyla kadınların güçlenmesini sağladı. Peki bunu nasıl yaptı? Bu yerel deneyim dünya kadınlara nasıl katkı sunabilir?

Dünya genelinde kadınların örgütlü mücadele deneyimleri uğradıkları baskı ve şiddeti protesto ederek başladı. En temel insani haklarından mahrum kılınmış olmak kadınların öncelikle insan olmaktan kaynaklı hakları talep etmesine yol açtı. Daha sonra vatandaş olmaktan kaynaklı hak talepleri onların örgütlenme gerekçeleri oldu. Ezilen sınıf, sömürge bir coğrafyada yaşayan halk, inanç ya da topluluk olmaktan kaynaklı hak talepleri ve özgürlük mücadeleleri içinde de kadınlar kendi haklarını elde etmek için yer aldılar. Tüm bu örgütlenme deneyimleri içerisinde kadınların kadın olmaktan kaynaklı ezilmişliklerinin yeterince görünmemesi nedeniyle 20.yy itibaren feminizmi açığa çıkaran özgün örgütlenmeler gelişmiş oldu.

Kürdistan özgürlük hareketine katılan kadınlar da başlangıçta sömürge bir ulusun kadınları kimliği ile mücadeleye dahil oldular. Fakat bu gerçeklik 1990’lı yıllardan bu yana daha farklı bir seyir izlemektedir. Çünkü Abdullah Öcalan kadınların özgürlük sorunu ile Kürdistan devriminin iç içe geçmiş devrimler olarak gelişmesini esas aldı. Kürdistan devriminin bir kadın devrimi karakterinde gelişmesi için de kuramlar geliştirdi. Bu kuramlarla birlikte kadınların özgün örgütlenmelerini sürekli yeni kapsamlar kazandırarak genişletti. Kadınların ilk özgün örgütlenmeleri silahlı mücadele içerisindeki gerilla kadınların özerk örgütlenmesiydi. Bu daha sonra giderek bir kadın ordusuna ve özerk bir kadın özsavunma gücüne dönüştü.

Siyasal alanda ise Kuzey Kürdistan ve Türkiye’deki siyasi parti içindeki kadın yapılanmalarından giderek eş başkanlık ve eşit temsiliyete evrilen bir örgütlenme deneyimi ortaya çıktı. Toplumsal alandaki birçok kadın kurumu bir araya gelerek hareket tarzında örgütlendi. 2000’li yıllarla birlikte kadınların bulundukları her alanda örgütlü güçleri, kararları ile varlık bulmasını sağlayan yapılanmalar oluştu. Kadınların kendine ait televizyonları, müzik ve tiyatro grupları, akademileri, ekonomik, siyasi, toplumsal yapılanmalarına kadar geniş bir yelpazede örgütlenmeler gelişti. Genel toplumsal kurumlar, örgütlenmeler ve hareketler içinde de özgün yapılanmalarla kadınların örgütlü biçimde yer almaları sağlandı. Birçok alanda ve sayıları yüzleri bulan yapıların üst çatısı ise konfederal kadın örgütlenmesi oldu. Yoğun devlet baskılarına rağmen Kürdistan’ın 4 parçasında kadınların öz örgütlenmesinde – bazı yerlerde legal ve açık, bazı yerlerde ise meşru ve gizli – ısrar edildi. Dünyanın her yerinde Kürdistan özgürlük hareketinin örgütlü olduğu her alanda bu eksende örgütler onlarca yıldır çalışma yürütmektedir. Kuzey ve Doğu Suriye topraklarında 2011’den itibaren bunun daha güçlü yaşam bulacağı koşullar oluşunca bu deneyim çok hızlı bir biçimde buraya aktarıldı ve son on yılda giderek daha fazla bedenleşmektedir.

Bu kadar çok sayıda örgütlenmenin, binlerce kadının karar mekanizmalarında yer almasının çok zorlu koşullarda gerçekleştiğini belirtmek durumundayız. Aşiret yapılanmaları, dini gelenekler, ataerkil aile yapılanması ve kadınların bilinç, bilgi, birikim düzeyi itibari ile aşmaları gereken çok sayıda engel vardır. Sürekli biçimde bu engellerle mücadele edilerek kadın örgütlenmesi gerçekleşmektedir.

Özgün örgütlenme sadece kurumlardan ibaret bir yapılanma değildir, dayandığı bir kadın özgürlük ideolojisi ve onun ilkelerine sahiptir. Eşbaşkanlık ve eşit temsiliyet için de bunu belirtmek mümkün. Erkeklerin başta siyaset olmak üzere yaşamın tüm alanlarındaki avantajlı konumları nedeniyle kadınların bu alanlarda kendilerini ifade etmeleri için daha fazla çalışmaları, daha fazla engeli aşmaları gerekir. Özgün örgütlenmeyi gerekli kılan temel gerekçe erkeklerce işgal edilmiş bu alanlara girebilmek, orada varlık bulabilmektir. Tarih boyunca sınıfsal, ailesel, ırksal avantajları ile ülke yönetimlerinde, siyasette, ekonomide, bilimde çok sınırlı sayıda kadın yer bulabilmiştir. Bizler tarih kitaplarında bunları birilerinin eşi, kızı, kızkardeşi, annesi olmaları sebebiyle tanımaktayız. Güzellikleri ya da olağanüstü yetenekleri ve zekaları ile de yine sınırlı sayıda kadın erkeklere has alanlarda görünür olabilmişlerdir. Bu da kadınların aleyhinde bir duruma dönüşebilmiştir. Bu konumlardaki kadınların bir kısmı kendilerini diğer kadınlardan ayrıştırmış ya da üstün görebilmişlerdir. Davranış, üslup ve yaklaşımlarında erkeklere benzeyebilmişlerdir. Çok sınırlı bir kısmı elde ettikleri gücü başka kadınların güçlenmesi için kullanmışlardır. Günümüzde siyaset içinde varlık bulan kadınlarda, akademik alanda yükselmiş kadınlarda da bunun tezahürlerini görebilmişizdir. Bu açıdan bireyler olarak değil örgütlü bir halk, sınıf olarak kadınları temsil edebilmek daha farklı bir yaklaşımı gerekli kılar.

Örgütsüzlük aynı zamanda kadınların büyük zorluklarla elde ettikleri kazanımların, imkanların erkeklerin keyfi yaklaşımları ellerinden alınmasına da yol açar. Bireysel beceri ve avantajları ile karar mekanizmalarında yer alan kadınların erkeklerce bastırılması, asimile edilmesi çok kolaydır. Kimi zamanda bu konumlarda yer alan kadınlar kendi bireysel imkân ve çıkarlarını kadın özgürlüğü perspektifinin üstünde görürler. Kendi kariyerleri için çalışma ekiplerindeki diğer kadınları dıştalama, tasfiye etme, ezme, küçümseme tutumlarına girebilirler. Özgün örgütlenme erkeklerin kadınlara dönük yaklaşımlarına karşı örgütlü tutumu açığa çıkarır. Kadınlar arasındaki kıskanç, geleneksel tutuma karşı kadın dayanışması, birliği, örgütlenmesi ve sevgi ve saygısının önemini ortaya koyar.

Özgün örgütlenmenin amacı bireysel düzeyde kadınların sembolik ya da temsiller olarak var olması değildir. Kadınların örgütlü bir kadın topluluğunun temsilcisi olarak siyasette, ekonomide, yaşamın her alanında yer almasını sağlamaktır. Her parlementer, belediye başkanı, parti eş başkanı ya da bir kurumun eş sözcüsü aynı zamanda bir kadın meclisinin üyesidir. Bu meclisin görüş ve kararlarına göre hareket ederler. Her toplantı, konferans, kongre ya da görüşmeden önce özgün örgütlenme kendi toplantısını yaparak ortak görüşe kavuşur. Örgütlü bir güç olarak genel zeminlere katılım sağlanır. Eş sözcü, eş başkan ya da kadınların temsilcisi olarak bir alanda yer alanlar kadın özgürlük ilkelerine aykırı davranış, temsil edemezlerse bağlı oldukları meclis tarafından eleştirilebilir, geri çağırılabilir, özeleştirel yaklaşmaları istenebilir ya da görevden alınabilirler.

Kadın meclisleri sadece kadınları ilgilendiren hususlarda değil, o şehir, bölge veya çalışma alanını ilgilendiren her konuda tartışarak kendi görüşlerini oluşturur. Özgün kadın yapılanmaları ve meclisleri kadınlara dair kararlarda yetkili organlardır. Kadınlara ilişkin son kararı verecek olan mercii olarak görev yürütürler. Erkeklerin kadınlara dair kararlar alması meşru görülmez. Görüş oluşturabilir, fikir ve öneri sunabilir ancak kararlaşması özgün mekanizmalarla gerçekleşir. Kadın temsilinin olmadığı, kadınların katılmadığı toplantılar meşru görülmezler. İdari ve yönetim organlarında eşit temsiliyeti sağlamak temel önceliktir. Bu hak kürdistan özgürlük hareketinin tüm resmi belge, tüzük, yönetmeliklerinde yer bulur. Bunun en son örneği Kuzey Ve Doğu Suriye’deki özerk yönetim alanlarında ilan edilen toplumsal sözleşmedir. Özgün örgütlenme ancak bu ilkelerle doğru temelde pratikleşebilmektedir.

Rojava devrimi arından Kuzey ve Doğu Suriye’de hukuki alanda aile kanunundan, kadın prensiplerine bunları koruyacak mahkeme, asayiş ve uzlaşma komisyonlarından Mala Jin adı verilen kurumlara kadar tümden kadınlardan oluşan kadın adalet meclisi görev yürütmektedir. Miras, velayet gibi konularda kadınların hakları güvenceye alınmıştır. Özsavunma hem kurumsal olarak öz savunma güçleri biçiminde örgütlenmiş hem de bu bilinci geliştirecek tarzda süreklileşen eğitimler verilmektedir. Tüm bu tablodan çıkarsanacak sonuç kadınlar kendi kendilerini savunabilir, kendine yeterli ekonomiye sahip olabilir, örgütlü bir güçle mücadele ederlerse güçlenebilecekleridir.

Jineolojinin bu noktadaki görevi bu bilinci yaratmak, yaptığı araştırma ve çalışmalarla kadın devrimi kazanımlarını yaymak ve toplumda bir kültüre dönüşmesini sağlamaktır. Kadın devrimi tanımı da bu eksende anlam bulmaktadır. Kazanılmış hukuki haklar ve kurumların sayısı ile değil, toplumda kadın özgürlüğünün kurumlaşma ve yeni bir ilişki ve yaşam biçimine dönüşme düzeyi ile ele alınmaktadır. Kadın devrimini başarma gücümüz için cevaplanması gereken sorular vardır. Cinsiyetçiliği ne kadar aşabildik? Ataerkil aile yapılanmasını demokratik dönüşüme uğratabildik mi? Evlilik ve çocuk doğurma kültüründe değişim yaratabildik mi? Şiddeti en aza indirip ya da ortadan kaldırabildik mi? Sadece evlilik, duygusal ya da cinsel ilişkilerde değil yaşamın her alanında kadın-erkek ilişkilerinde farklılık temelinde eşitlik yarabildik mi? Kadınlar yaşamın her alanında kendi düşünce ve iradeleri ortaya koyabilirler mi? Bunların cevapları bizlerin kadın devrimini geliştirip geliştiremediğimizin kıstasları olmaktadır.

Bunları da beğenebilirsin