ORTA ASYA’NIN GÖZÜ AFGANİSTAN’DA SAVAŞ, İSTİKRARSIZLIK ÇEMBERİNDE

Zeynep ALTINKAYNAK

Afganistan’ın tekrardan Taliban’ın kontrolüne girmesinin ardından yaşanan gelişmeler ve tekerrür eden 100 yıllık savaşlar silsilesinin neden ve sonuçlarını incelemek, bu neden ve sonuçlar üzerinden kadın özgürlük sorununu ve Afganistan toplumunun yaşadığı yapısal krizi tanımlamak derin bir tarihsel analize muhtaçtır.

Merkezi hegemon güçler ve Taliban arasında Doha görüşmeleri olarak bilinen sürecin ardından, ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ve son yıllarda hakimiyet alanını genişleten Taliban’ın tekrardan ülkenin büyük bölümünü ele geçirmesi Afganistan tarihi, halkı ve kadınları açısından bir ilk ya da bir son değil, nüans farklarıyla tekrar eden Ortadoğu ve Asya’yı paylaşım ve dizayn savaşlarının bir parçasıdır. Bu plan ve paylaşım savaşları uzun süreli bir dünya politikasının sonucudur.

Reber Apo’nun ‘’ 21. Yy. kadın özgürlük yüzyılı olacaktır. ‘’ belirlemesine karşı ataerkil düzen bu yüzyılda kendini yeniden tanzim etmekte, bin bir emek ve bedelle elde edilmiş kadın kazanımlarının sistemli hale gelmesinin önünü almak istemekte ve erkek egemenliği eliyle kendini idame ettirmek için en fazla dincilik ve milliyetçilik kodlarını kullanmaktadır. Afganistan’da son yaşanan gelişmeler bu anlamda uluslararası bir suç ’un sonucu olarak karşımızda durmaktadır. Bu suç sadece Afganistan’ı ve kadınları Taliban karanlığına terk etmekle ilgili değildir. Afganistan toplumunu ve kadınları bu karanlığın içine çekmekle, yüzyıllardır bu karanlığı üretmekle ilgilidir. Önce Taliban’ı örgütleyen ve besleyen, sonra onunla savaşa giren, sonra onunla müzakere masasına oturan ve son olarak ülkeyi altın tepside sunan güçler Afganistan’da kadınların yaşadığı varlık ve özgürlük sorununun baş faillerinden biridir. Bölgede kadın hak ve özgürlükleri sorunu salt son 100 yıllık süreçle sınırlı değil elbette. Dincilik, ataerkil kabile hiyerarşisi bu coğrafyada binyıllardır süregelen kadın özgürlük sorunun sebeplerinden bir kaçı sadece. Fakat 3. Dünya savaşının karakteri tüm tarihsel süreçler ve savaşlardan daha faşist ve cinsiyetçidir. Bunu bazen modernite eliyle bazen dincilik eliyle örgütlemektedir.

Tarihsel-toplumsal devrimlerin mekânı olan Ortadoğu ve Asya bu noktada merkezi bir konumdadır, ana soylu toplumsal doğanın doğuş beşiği olan bu coğrafya aynı zamanda karşı-devrimlerin, erkek egemenlikli uygarlıklarında, derinden yaşandığı bir coğrafyadır. Bu sebeple toplumsal direniş geleneği de, merkezi uygarlık karakteri de güçlüdür. İlk büyük toplumsal devrimin, kadın devriminin ana bağrı olan bu gelenek, toplumsal sorunların zirve yaptığı bu çağda, yeni bir kadın özgürlük devriminin koşullarını ve deneyimini fazlasıyla barındırmaktadır. Bu denli yoğun saldırı ve kültürel soykırım konseptinin en temel sebeplerinden birisi budur. Bu anlamda Afganistan’da on yıllardır devam eden istikrarsızlık ve savaş gerçeği ile kadın özgürlük sorununu tartışırken, bölgenin tarihsel arka planını görmek durumundayız. Bölgede, en çok Taliban ile anılan kadın özgürlük sorunun bundan ibaret olmadığı açıktır, öncesi ve sonrasıyla Afganistan’da körüklenmiş köktendincilik ve cinsiyetçiliğin yine buna karşı örgütlenmiş kadın özgürlük direnişlerinin anlaşılması bugüne ışık tutması açısından da önemli olacaktır. Ortadoğu ve dünya kadın dayanışması, kadınların kolektif örgütlü gücü her zamankinden daha yakıcı bir ihtiyaçtır. Bu konuda atılmış önemli adımlar, kurulmuş önemli yapılar olmakla birlikte, Afganistan kadınlarının beslendiği kök damarı ve direniş geleneğini anlamak, direniş ve dayanışma yöntemlerini güçlendirmek açısından da katkı sunacaktır.

Dünya savaşlar tarihinin uğrak duraklarından biri olan Afganistan-Pakistan- Hindistan hattı tarihin uygarlıklar yüzünde süreğen-parçalı, sıcak-soğuk, uzun süreli-kısa süreli çok sayıda savaşla yüz yüze kalmış, uzayan savaş, bu coğrafyalarda uzayan ve artık rutinleşen istikrasızlık halini doğurmuştur. İstikrarsızlığın rutinliği çelişkilerle dolu bir belirlemedir. Fakat son 200 yılda kapitalist modernitenin türlü müdahaleleriyle yüz yüze kalan bu coğrafyalarda hâkim olan iç-dış savaşlar bu belirlemeyi yaşamın olağan seyri haline getirmiştir. Öyle ki dünya siyasetinde, analiz çalışmalarında, tarihsel-sosyolojik araştırmalarda ele alınan temel konu bu istikrarsızlık hali olmuştur. Bu ele alma biçimi fazlasıyla oryantalisttir. Sorunu kendinden menkul merkezi hegemon güçlerin ve onun kuluçkasında büyüyen bilimlerin bu coğrafyayı, toplumsal ve kültürel yapıyı, İslami akımlardan beslenen örgütleri ve toplumdaki yansımalarını ele alma biçimleri genellikle tarihsel arka plandan uzaktır. Modern bilimlerin analiz yöntemleri ‘beyaz adam uygarlığı’nın hegemon karakterinden etkilenmiştir. Araştırma ve analiz yöntemleri Ortadoğu gerçeğinden uzak ve üstte kalmaktadır.

Reber Apo Ortadoğu’da devam eden 3. Dünya Savaşı gerçeğini çözümlerken; ‘’ Bölge için kriz ve kaos kavramlarını sıkça kullanmaktan çekiniyorum. Yaşanan gerçeklik sıcak savaş ise, o zaman bunu kriz ve kaosa indirgemek yanıltıcı olacaktır. Şüphesiz günümüz savaşları ne ilk ve ortaçağların savaşlarına, ne de modernitenin iki dünya savaşına kadar yaşattığı savaş biçimlerine benzer. Özellikle Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarıyla birlikte savaşlar kitleselleşti. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise toplumsallaştı. Modernitenin üçayaklı canavar yürüyüşünde yaşanan savaşların iç ve dış ayrımlarıyla toplum dışında verilmesi döneminin sona erdiğini, modernitenin yeni döneminin ise iç ve dış savaşların toplum içinde birleşik olarak yürütülmesi anlamına geldiğini kavramak onun yeni özünün gereğidir. Genelde tüm Ortadoğu toplumunda yaşanan savaş gerçeğini, özelde en açığa çıkmış haliyle Filistin-İsrail, Afganistan-Pakistan ve İran-Irak savaşları gerçeğini bu kapsamda çözümlemek büyük önem taşır. Havsalaya sığmayacak olaylar ve süreçler bu kapsamdaki çözümlemelerle daha iyi anlaşılır kılınacaktır.’’(1)

Yürüyen savaşın toplumsallaşması, toplumsal sorunların zirvesini de kendisiyle beraber getirmiştir. İktidar ve devlet sorunu bu savaşların sonucu değil nedenidir. Resmi uygarlık sürecinin başlangıcından günümüze kadar formları değişse de Ortadoğu özgülünde ve araştırma konusu hatta da durum çok farklı olmamıştır. Sürekli el değiştiren iktidarlar mezarlığına dönüşen Afganistan, son 200 yılda Batılı merkezi hegemon güçlerin çok yoğun müdahalesine maruz kalmış, bu müdahalelerin bir ayağı olarak örgütlendirilen Selefi yapılar, bu savaşın sahadaki ajanı ve meşrulaşma nedeni olmuştur. Sırasıyla birden çok defa İngiltere, Sovyetler, ABD’nin resmi işgalleriyle yüz yüze kalan coğrafya, aynı zamanda bölgesel ve yerel düzeyde de pek çok savaşın tarafı olmuştur. Bunun yanı sıra içte dönemsel yükselen etnik, dinsel, mezhepsel çekişme ve çatışmalar savaşlarla yüklü bir yakın tarih panoraması açığa çıkarmıştır.

Reber Apo bu konudaki belirlemesinde devamla; ‘’ Afganistan, Irak, İran, Suriye-Lübnan, İsrail-Filistin başta olmak üzere, diğer Ortadoğu ülkelerinde siyasi bunalımların vardığı düzey yaklaşımımızı doğrulamaktadır. Bölgenin inşa edilmiş irili ufaklı tüm devletlerinin, ister milletçilik ister dincilik adıyla olsun, kapitalist modernitenin bayat ajanları, figüranları rolünden öteye rol oynamadıkları açıktır. Kısa tarihlerine bakıldığında, millici ve İslamcı devletlerin son iki yüzyılın emperyalizm imalatları olduklarının anlaşılmasında güçlük çekilmeyecektir. Hegemonik ürünler oldukları için, ‘ucube yurttaş’ oluşumu üzerinden estirdikleri terör nedeniyle bu devletlerin gerçek yüzleri bir türlü anlaşılamamıştır. Ortadoğu’daki iktidar ve ulus-devlet güçleri kadar ajan- figüran rolünü gizleyen başka ikinci bir alan göstermek mümkün değildir. Bunda iktidar ve devlet oyunlarında edinilen binlerce yıllık tecrübenin ve ideolojik hegemonyanın da çok önemli payı vardır. İktidar ve devlet krizlerinin derinliğini Afganistan, Irak ve İsrail-Filistin’de gözlemleyenler durumu yadırgayabilirler. Fakat bu gerçeklik sadece kriz ve kaotik durumun tarihsel temelinin derinliği kadar uygarlık çöküşü ile ilgili önemli bir yanının olduğunu göstermekte, kanıtlamaktadır. Sadece son iki yüzyıllık ulus-devletçikler çözülmemekte, beş bin yıllık uygarlık iktidar geleneği de çökmektedir. ‘’(2)

Nasıl ki iktidar ve devlet sorunu bu yüksek yoğunluklu savaş süreçlerinin sonucu değilse, bugün Taliban şahsında ele alınan radikal İslam da sürecin nedeni değil sonucudur. Bu nedenle bu coğrafyada merkezi uygarlık krizi çözümlenmeden herhangi bir toplumsal problemin çözülmeyeceği de açıktır. Afganistan yeni ve eskisinden daha sert bir dönemece girmişken, toplumda da değişen kimi şeylerin olduğu aşikar. Taliban eski Taliban olamayacaktır. Çünkü Afgan kadınları eski Afgan kadınları değildir. Bu durum 2001’de başlayan ve 2004’te sözüm ona anayasayla güvence altına alınan kadın hak ve özgürlükleri ile ilgili değildir. ABD işgalinin meşruluk gerekçelerinden biri olan kadın hak ve özgürlükleri kisvesinin Batılı modern çözümlerinin bu coğrafya da pek de tutmadığı ortadadır. Toplumda ve özelde kadınlarda değişen, acının bilenmişliğinin getirdiği yetersiz de olsa uyanıştır, bu uyanışın nasıl yaygın ve örgütlü kılınabileceğinin yol ve yöntemleri ele alınırken, tarihsel arka plan okuması önemlidir.

Toplumsal yapıları kendi köklerinden kopuk, devletler ve moderniteler tarihiyle sınırlı ele almak bizi hakikatin uzağına düşürebilir, bu sebeple bölgenin etnik, jeo-stratejik ve tarihsel arka planını genel hatlarıyla da olsa ele almanın faydalı olacağına inanıyoruz.

  1. Afganistan Tarihine Genel Bir Bakış

  1. Jeo-Stratejik Konum ve İlk Dönem

‘’Orta Asya’nın Kalbi” olarak nitelendirilen Afganistan, asırlar boyunca hem bölgesel hem de küresel güçler için stratejik açıdan büyük öneme sahip olmuştur. Aslında Afganistan için “Orta Asya’nın gözü” tabirinin kullanılması daha doğru olabilir; çünkü buraya sahip olan güç hem küresel güçleri hem de bölgesel güçleri gözlemleyebilir ve bu güçleri kontrol altında tutabilir.’’ Afganistan’ın jeo-stratejik açıdan büyük öneme sahip olması, bölgesel ve küresel güç olma politikası güden güçlü ülkelere stratejik avantajlar sağlayacak durumda olması anlamını taşımaktadır. Bu durum, ülkenin sürekli dış müdahalelere uğramasına neden olmuştur. Sürekli dış müdahalelerle karşı karşıya olan bölge de toplumsal yapı zedelenmiş, iç çelişkiler körüklenmiştir. ‘’ (3)

Haritaya bakıldığında, Afganistan’ın jeo-stratejik konumundan kaynaklı, Afganistan’a hâkim olanın Güney Asya’ya da hâkim olacağı görülmektedir. Bu bölgeye hâkim olan, Ortadoğu, Orta Asya ve Çin-İran eksenine müdahale etme imkânı elde etmekte ve bu hattan dünyaya erişim yollarını da ele geçirmektedir. Bölge hem Asya’nın kalbi hem de Hindistan’ın sıcak sularına ulaşmak isteyen egemen güçler için geçilmesi gereken en önemli güzergâh niteliğindedir. Konu ile ilgili Afganistan’ın diğer bir önemi de tarihi “İpek Yolu” üzerinde yer almasıdır. Uzun yıllar boyunca Afganistan, Avrupa ile Çin-Hindistan arasında doğu-batı hattında, Asya’da ise kuzey-güney hattında ticaret ve kültür yollarının kesiştiği bir kavşak niteliği taşımaktadır. Özcesi Afganistan, “Batı Asya ile Orta Doğu” ve “Orta Asya ile Basra Körfezi ve Hint Okyanusu arasında stratejik bir konumda yer almaktadır. Bu nedenle Pers İmparatoru Büyük Dara (M.Ö. 500), Büyük İskender (M.Ö. 320) ve Timur’dan (M.S. 1400) başlayarak günümüze kadar gelen büyük güç çatışmaların birçoğunun yolu Afganistan’da kesişmektedir.

Fakat bölgenin tarihi sıkça yansıdığı gibi resmi uygarlıklar tarihinden ibaret değildir. Afganistan’ın kadim tarihine ilişkin yazılı ve objektif kaynaklara ulaşmak oldukça güç. Fakat bilindiği kadarıyla bölgede insan yaşamı en az 50bin yıl önce başladı. Yerleşik düzene ise 9bin yıl önce geçildiği tahmin ediliyor. Arkeolojik kazılarda paleolitik, mezolitik, neolitik, bronz ve demir çağlarına ait tipik eserlere rastlanan Afganistan topraklarında, kentsel yaşamın MÖ 3000 ile MÖ 2000 yılları arasında başlamış olabileceği değerlendirilmektedir.

Döneme dair yapılan kazılarda ortaya çıkan bulgular ana-soylu toplum kültünün bölgede güçlü yaşandığını ortaya koymaktadır. Uygarlıklar tarihi ile tanışmadan önce bölgede doğal toplumun uzun süreli yaşandığına dair pek çok veri var. Mağara duvarlarına kazınan resimler, arkeolojik kazılardan çıkan veriler üzerindeki hayvan motifleri bu bölgede Aryen kültürünün derinlikli yaşadığını göstermektedir. Bugünde Afganistan’da yaşayan etnik grupların bir kısmı bu kültürün dallarıdır. İndus Vadisi veya Harappa uygarlığı diye bilinen uygarlığın yaşam izleri 1900’lü yılların başında keşfedilmiştir. Kayıtlara gizemli uygarlık olarak geçen dönem, Mezopotamya ve Mısır uygarlıkları ile çok yakın benzerlikler gösteriyor. İnanç formu, ziraatın önde olması fakat aynı zamanda bugüne atıfla ilk ticaret geçiş yolları üzerinde bulunması coğrafyanın yaşam biçimi konusunda da pek çok veriyi kanıtlıyor. Fakat bilindiği kadarıyla bölgede en uzun süre hüküm süren uygarlık Bactria-Morgana uygarlığıdır.

Bactriya diye tanımlanan bölge; günümüz Afganistan’ının neredeyse tamamını, Özbekistan ve Tacikistan’ın bir kısmını kapsamaktadır. Hindikuş dağlarının eteklerinde ve AmuDerya havzasında kurulduğu tahmin edilen uygarlık bölgesine dair tarihçiler arasında görüş ayrılıkları olsa da, Geç Neolitik dönemle başladığı ve Makedonyalı İskender’in fethine kadar devam ettiği yönünde. Bu bölgede ortaya çıkan eserlerde doğurganlık, bereket ön planda, genelde kartal, yılan, baykuş motifleri kullanılmış, ortaya çıkan ana-kadın, tanrıça heykelciklerinin pek çoğu İştar- İnanna- Kibele tasvirlerinin neredeyse birebir aynısı. Kadın heykelcikleri iki dönem biçiminde inceleniyor. İlk dönem tarih olarak tam bilinmese de, ‘’Doğurganlık Tanrıçaları’ ’nın dönemi, ikinci dönem ise tahminen M.Ö 2500lerle başlayan ‘’ Bactriya Prensesleri’’ dönemidir. İlk dönem heykelcikleri daha sade, üreme organları daha belirginken, ikinci dönemde başlıklar, takılar ve hayvan figürleri devreye girmektedir. Bactriyan Prenseslerinin toplumsal düzeni sağlayan tanrıçalar olduğuna inanılmaktadır. Bu dönemde savaşı, hiyerarşiyi, ticareti işaret eden figürler artıyor.

Bölgede Bactriyan dili denilen henüz tam olarak çözülememiş bir dilin konuşulduğu tahmin ediliyor. Bu dil çözülebildiği kadarıyla bugünkü Peştucaya yakın bir dildir. Bazı tarihçiler bu tezi kabullenmeyip Peştun kabilelerinin ve Bactriya bölgesinin komşu kültürler olduğunu savunsa da, kültürel etkileşim çok yoğundur.

Zerdüşt’ün kutsal kitabı Zend Avesta’da “bayraklarla taçlandırılmış güzel Bactriya” olarak adlandırılan bölgede Zerdüştlüğün ve devamla Budizm’in hâkim olduğu biliniyor. Günümüz Afganistan’ında bu inanç formlarına ait tapınaklar, heykeller Talibanın erken yıllarında imha edildi. Fakat hem Bactriya dönemi hem de Zerdüştlük ve Budizm toplumsal kültür üzerinde oldukça etkili olmuştur. Bu dönemde toplumda kadın ve erkek rollerinin daha doğal ve esnek olduğu, erkek egemenlikli kültürün merkezi uygarlık istilalarıyla toplumda perçinlendiği görülüyor.

  1. Afganistan’ın Etnik Yapısı

Afganistan yaklaşık 55 farklı etnik grubun bir arada yaşadığı, kendine özgü heterojen bir yapıya sahiptir. Afganistan’da çok sayıda etnik kimlik mevcuttur. Bu nedenle ülkede hem etnik yapı hem de dil ve inanç bakımından birçok çatışma ve gerginlik bulunmaktadır. Afganistan’da yaşamakta olan etnik grupların her biri çok büyük kültürlerden gelmekte olup; her bir kültürün kendine has özellikleri bulunmaktadır. Bu çeşitlilik bir zenginlik olarak değerlendirilebilir fakat tarihin farklı dilimlerinde pek çok etnik çelişki ve çatışmanın olduğu da biliniyor. Ülkenin etnik çeşitliliğe sahip olması, bölgeye hâkim olmak isteyen süper güçlerin Afganistan’ı tampon bölge olarak kullanması için büyük avantaj sağlamaktadır. Kimlikler sürekli birbirine karşı kışkırtılmakta ve bu politika, asırlar boyunca merkezi hegemon güçler tarafından izlenen bir politikadır.

  1. Peştunlar

Ülkenin temel etnik unsuru olan Peştunlar, nüfusun en az yüzde 42’lik bir bölümünü oluşturuyor. En fazla ülkenin güneyinde bulunan halk, Afganistan’ın neredeyse tamamında yerleşik durumda. Peştu nüfusun tamamına yakınının dini inancı, Afganistan’ın nüfusunun yaklaşık yüzde 90’ında olduğu gibi, Sünni İslam. Sınırın Pakistan tarafında da yoğun biçimde yaşayan Peştunlar, Taliban hareketinin de köklerini teşkil ediyor. Fakat yaygınca kabul edilen Peştun eşittir Taliban algısı yanlış bir algıdır. Talibanın özelde bu bölgede örgütlendirilmesinin derin ve tarihsel sebepleri var.

  1. Belluciler

Ülkedeki nüfusun yaklaşık yüzde 2’sini teşkil eden Bellucilerin merkezi de Peştunlar gibi ülkenin güneyi. Belluci nüfus sınır ötesine, İran ve Pakistan’a kadar uzanıyor.

  1. Hazaralar

Afganistan’ın merkezinde yoğunlaşmış olan Hazara nüfusu ülkenin toplam nüfusunun yaklaşık yüzde 9’unu oluşturuyor. Hazara halkının tamamına yakını Şii inancına mensup. Bunların arasında İmaniye mezhebinden olanlar çoğunluktayken, İsmailli mezhebi de varlık gösteriyor. Aymak kökenli Hazaralar ise, Sünni olan tek Hazara nüfusunu oluşturuyor.

  1. Tacikler

Peştulardan sonra ülkenin en kalabalık nüfusunu Tacikler oluşturuyor. Afganistan’ın yüzde 27’sini oluşturan Taciklerin tamamına yakını Sünni. Tacik nüfus ülkenin siyasi ve kültürel atmosferinin en etkili parçalarından biri. Her ne kadar Tacikistan adlı ülke Tacik denilince akla gelen ilk ülke olsa da, Afganistan’daki Tacik sayısının Tacikistan nüfusundan çok daha fazla olduğu biliniyor.

  1. Özbekler

Afganistan’ın, kökeni sınır ötesine uzanan bir diğer etnik unsuru da Özbekler. Halkın yaklaşık yüzde 9’unu oluşturan Özbekler çoğunlukla Sünni.

Ayrıca ülkede Aymaklar, Paşailer, Nuristaniler, Pamiriler, Kırgızlar ve Türkmenlerde bulunuyor. Halkların büyük bir kısmı Sünni İslam’a ve Hanefilik mezhebine inanmaktadır.

  1. Uygarlıklar Savaşı Başlıyor

Afganistan’da Pers- Ahameniş hâkimiyeti II. Kiros tarafından MÖ 6. yüzyılda kurulmuş ve I. Darius döneminde zirveyi yaşamıştır. Site devletleri biçiminde yaşayan Bactriya bölgesinin yüz yüze kaldığı ilk en büyük saldırının bu olduğu biliniyor. Bu siyasi varlık, Büyük İskender’in M.Ö. 4. Yy. Afganistan fetihlerine kadar hüküm sürmüştür. İskender’in Bactriya fethi sonrası bölge Grek-Bactriya adıyla anılmaya başlıyor ve Helen kültür sentezinden Afganistan’da nasibini almıştır. Grek-Bactriya Krallığı Afganistan’da üslenmiştir. Devamında ise pek çok irili-ufaklı kabile-hanedan devletlerin hükümranlığı altında yaşayan bölgede, etnik ve kültürel yapı çeşitlenmiş, toplumsal yapı çok kültürlü ve çok inanışlı bir hal almıştır. Ağırlıklı olarak İran-Part ve Türki kökenli devletlerin saldırısına uğrayan coğrafyada her yeni hâkimiyet kültürel yapıda yeni değişimlere yol açmıştır. Kabile- hanedan yapılarının erkek egemenlikli yapıları toplumsal yapıda da pek çok iz bırakmış, özelde dağlık bölgelerde yaşayan kabilelerin karakterlerinde ciddi değişimler yaşanmıştır.

M.S. 500lerle beraber İran ve Hindistan arasındaki nüfuz savaşları bölgeyi ciddi anlamda etkilemiş, Arap ordularının 636 yılından başlayıp, 880 yılına kadar devam eden fetih savaşları sırasında bölge pek çok defa el değiştirmiştir. Kabil Vadisi’nin İslam ve Orta Asya kökenli yönetimlerin eline geçmesinin ardından da Kabil Vadisinde İslamiyet’in yayılışına karşı halk direnişi uzun süre devam etmiştir. O dönem kabile bölgelerinin pek çoğu Zerdüşti ya da Budist’tir. Bu direniş uzun sürmüş, Afganistan’da kent merkezleri dışında yaşayan kabile bölgelerinde İslamiyet kolay benimsenmemiştir. Bugün Taliban’ın ve öncesinde Vahhabiliğin tam da bu bölgelerde örgütlenmiş olması tesadüf değildir, ısrarla korunan, korunmaya çalışılan bir kültürel formun direnişinin, yüzyıllar sonra kalbinden vurulmasıdır.

Bölgede İslamiyet’in yayılmasından sonra İrani ve Orta Asya kökenli kavimler arasında iktidar savaşları başlamıştır. 18. Yya kadar Gaznelilerin, Gurluların, Moğolların, Babürlerin ve daha pek çok devletin kısa-orta vadeli hüküm sürdüğü biliniyor. 18. Yyın ortalarından itibaren sürekli değişen güç dengelerine kabilelerde dâhil olmuş, bir kısım kabileler İran’ı bir kısmı ise Hindistan’ı desteklemeye başlamıştır. Bu dönem Afganistan tarihinde istikrarsızlığın istikrarının da başlangıcıdır. Karışıklık 19. Yy. ın ilk yarısına kadar sürmüştür. Aynı yıllarda Hindistan’da başlayan İngiliz müdahalesi Afganistan’da da birden çok kez patlak vermiş, iki büyük İngiltere-Afganistan savaşının ardından ülke büyük oranda harap olmuş, toplumsal birlikte özelde kabileler ve etnik yapılar arasında ciddi çatlaklar oluşmuştur. Devreye oyunun bir parçası olarak Ruslar girmiş, Türkmenistan işgaliyle Afganistan’a komşu olmuşlardır. Literatürde ‘’Büyük Oyun’’ olarak adlandırılan sürecin başlangıcına denk gelen bu işgal, ‘’Orta Asya’nın Gözü’ ’nü merkezi güç savaşlarının süreğen bir doğal hedefi haline getirmiştir. Bu ilişki ve çelişkiler ve üçüncü bir Afgan- İngiliz savaşının ardından 8 Ağustos 1919’da Ravalpindi Antlaşması ile Afganistan Bağımsız Devleti resmen tanınmıştır.

Uygarlıkların güç savaşının ciddi bir hedefi haline gelen Afganistan’da geçmişten beri devam eden kabile çekişmeleri, etnik yapıda yaratılan bozum ve iç çelişkiler tırmanmıştır. İslamiyet’in yayılmasının ardından toplumda feodalizminde etkisiyle kadınların sosyolojik yapısında ciddi değişiklikler ortaya çıkmıştır. Örtünme, peçe zorunluluğu, eğitim hakkının belli bir yaşla sınırlı tutulması, kadınların kamusal alanda varlık göstermelerinin kısıtlanması bu değişimlerin bir kısmıdır. Kabile bölgelerinde erkek egemenlikli kültür ve İslam senteziyle kadının eve kapatılması, mülk olarak görülmesi, toplumsal yapıdan koparılması kent merkezlerinde ise hüküm süren devletlerin politikalarına bağlı olarak değişken bir durum ortaya çıkmıştır.

  1. Afganistan Kadınları ve Ana Soylu Toplumun Devamcıları

Afganistan’da kadın varlığını ve dinamiklerini tarihten günümüze 4 dönem şeklinde okumak mümkündür. Bu bölümde ilk ikisini ele alacağımız dönemlerden ilki yaklaşık 50bin yıl öncesine dayanan ve Bactriya kültür-uygarlığının sonuna kadar devam eden süreçtir. İkincisi İslamiyet’in bölgeye hâkim olmasıyla başlayan ve Batı kaynaklı modernitenin bölgeye giriş yapmasına kadar devam eden süreçtir. Batı kaynaklı modernitenin bölgeye giriş yapmasıyla birlikte ülkede bireysel hak ve özgürlüklerin yanı sıra, kadın hak ve özgürlükleri konusunda da Batılı kimi adımlar atılmıştır. Dördüncü dönem ise Taliban ve radikal İslam örgütlerinin bölgeye hâkim olmasıyla tırmanan süreçtir. Bütün dönemler arasında yoğun etkileşim vardır, ama özelde 1900lü yıllarla beraber sürekli el değiştiren siyasal iktidarların etkisiyle geçişkenlik çok fazladır.

  • İlk dönem Afganistan kültürüne dair eldeki veriler çok kısıtlıdır. İndus, Harappa ve Bactriya-Margiyana dönemlerine dair elde kısıtlı veriler olsa da, bu husus tarih yazımının erkek yüzünün bir kere daha zuhur ettiği bir konudur. Uygarlıklara kadar olan döneme dair alt metin okumalarından ulaşabileceğimiz sonuç, ana-soylu toplum özelliklerinin bölgede hâkim olduğudur. Bölgenin coğrafi özellikleri göz önünde bulundurulduğunda daha çok dağlık bölgelerde özgür yaşamış kabilelerin, doğal bir düzene tabi oldukları, hiyerarşi ve sınıf oluşumunun daha geç tarihlere uzandığıdır. Yine kültürel olarak Mezopotamya ve Mısır uygarlıklarıyla oldukça benzeşen ilk dönem kültüründe kadın varlığı merkezi bir konumdadır. Bactriya-Margiyana arkeolojik kazı bölgelerinde ortaya çıkan Tanrıça ve Prenses heykelcikleri bölgeye dair kimi ipuçları sunmaktadır. Yine bölgede yapılan bir kazıda ortaya çıkan yarı insan-yarı sığır gövdeli bir yaratığın bir kaplana saldırdığı tasviri, Sümer mitolojisindeki yaratıcı tanrıça Aruru ile Gılgameş arasındaki savaşı anımsatmaktadır. Bölgede erken mitolojik döneme dair sağlıklı bir araştırmanın yapılmamış olması bu konudaki bilmelerimizi de sınırlıyor.

Sözlü tarih anlatımı, şarkılar, şiirler ve tapalar eliyle dilden dile günümüze kadar ulaşmıştır. Afganistan’da hikâye dili, öyküleme çok sık başvurulan bir yöntemdir. Tarih yazımını devletlerin öykülerinden ibaret ele alan ve kabilelerin tarihini de çekişme ve İslamiyet’in etkileriyle sınırlı değerlendiren resmi tarih anlayışına karşı sözlü tarih anlatımı bir direniş biçimi gibi ele alınmıştır. Tapalar ise bir nevi toplumun asırlık bilgeliğini yansıtan sözlü derlemeler gibidir. Afganistan’da özelde Peştunlar içinde yaygın olan tapalar pek çok konuda kısa dersler vermektedir.

‘’Eğer erkekler savaşı kazanamazsa, sevgili ülkem, Kadınlar devreye girer ve sana şeref kazandırır.’’ Bu ve bunun gibi pek çok tapa toplumda kadının varlık düzeyine ilişkin ipuçları sunmaktadır. İlk dönem sonrası kadın varlığı çok merkezi konumda ele alınmamış fakat İslamiyet’in bölgeye hâkim oluşuna kadar çok geri bir konuma da düşmemiştir. Erkek egemenlikli kabile kültürünün kadın konusundaki yaklaşımı da çok özgürlükçü değildir fakat İslam’ın ele alınış ve uygulanma biçimi bu yaklaşımı perçinlemiştir.

  • Bölge İslamiyet’le 7. Yüzyılın sonlarında tanışmıştır. Bunun öncesinde Afganistan halkları Zerdüşti ya da Budist’ti. Zerdüştiliğin devlet ve iktidar eksenli yorumu toplumda kadınlar açısında feodal erkek egemenlikli uygarlığın çok dışında değildi. Hepsi erkeklerden oluşan ruhban sınıfının kadın yaklaşımı kadınları ev sınırlarında tutan, birey olma olgusunu erkeklerle sınırlayan bir durumdaydı.

Budizm’de bölgede erken tarihlerinden beri yayılım göstermiş, Hindistan ve Grek ekolünün yoğun etkileri altında yayılmıştır. Dönem dönem Zerdüştilikle çelişkiler yaşayan inanç formu kimi yerlerde Budhha-Mazda tanımlaması ile bir senteze kavuşmuştur. Mazdeizmin sembolleri ve Budizm’in sembolleri Taliban bu kültleri yerle bir edene kadar da yan yana sergilenmiştir. Budizm’in kadına yönelik yaklaşımı da diğer din ve inanç formlarından çok farklı değildir. Budizm’de ilk başta kadınlar dine kabul edilmezken, dine kadınların kabulünün ardından Budizm’in saf ve ari özünün bozuma uğradığına inanılır. Bu dinde de kadının yeri erkeğe hizmet ve evdir. Dolayısıyla Afganistan toplumu bu dini inanışlardan derinden etkilenmiştir. Bölge de İslamiyet’ten önce de kadının konumu çok farklı değildir.

İslamiyet’in yayılışının ve Sünni- Hanefi yorumunun ardından kadınların bölgede yaşadığı yaşam çok daha zorlu hale gelmiştir. Genellikle dini ananelerin hâkim olduğu kabile ve devlet yönetimleri kadına dair çok farklı bir yaklaşım sergilememiştir. Afganistan örtünmenin en erkenden zorunlu hale geldiği, kadının erkeğin mülkü, erkeğin kadının efendisi olduğu, kız çocuklarının yük olarak görüldüğü bir orta dönem yaşamıştır. Sosyal haklar açısından 20. Yy. ’ın başlarına kadar ciddi bir adımın atılmadığı görülmektedir. Erkek çocuk ailenin-aşiretin her şeyiyken, kız çocuğu erken yaşta evlendirilecek bir mülktür. Bugün pek çok Afganistanlı kadın Taliban öncesi Afganistan’ı da kadın düşmanı olarak tanımlıyor. 5bin yıllık erkek egemenlikli yapıların hüküm sürdüğü tüm dünyada durum böyleyken, Afganistan’da bu durumu bu denli yakıcı hale getiren açıktan ve din argümanının şeri yorumuyla uygulanmasıdır.

Örneğin Taliban öncesinde de kız çocuklarının çalışması neredeyse imkânsız bir durum olarak görülüyor. Yoksulluğun da çok derin olduğu Afganistan’da erkek çocuğu olmayan aileler “bacha posh” diye bir geleneği sürdürüyorlar. Bu geleneğe göre kız çocuğu, bir erkek ismiyle adlandırılıp, erkek gibi büyütülüyor. Bu çocuklar pantolon giyebiliyor, dışarı çıkıp oyun oynayabiliyor, en önemlisi de çalışabiliyor. Erkekler de bir erkek çocuğa sahip olmanın saygınlığını bu yolla koruyor.

Diğer yandan isimleri çok bilinmese de Afganistan kabile tarihlerinde öncü kadınların varlığı biliniyor. Kadının yazılı tarihte yer alma biçimi genelde bir erkeğin eşi, kız kardeşi ya da annesi olması vesilesi iledir. Fakat bu durumun bir adım ötesine geçmiş kadınların sayısı hiçte az değildir.

Gül Makai

Gül Makai bir Peştu kadın masal kahramanının adıdır. Hikâye farklı coğrafyalarda farklı isimlerle yer almış imkânsız aşkın dile gelişidir. Peygamber çiçeği anlamına gelen Gül Makai, halk arasında saflığın ve kutsallığın sembolü gibi ele alınır. Hikâyeye göre Gül Makai ve Musa Han çocukluk aşkıdır fakat ailesel ve kabilesel çelişkiler kavuşmalarının önünde engeldir. Musa Han Gül Makai’yi defalarca ailesinden ister ve bu durum neredeyse iki kabilenin savaşına neden olmak üzeredir. Bildiğimiz Mem u Zin, Siyabend u Xece, Romeo ve Jüliet hikâyelerinin aksine Gül Makai ne ölümü ne de kaçmayı tercih eder. Gül Makai’nin erkeklerin oturduğu bir meclise elinde Kur’an’la girdiği ve Kur’an’dan faydalanarak kabile savaşının önüne geçmeye çalıştığı anlatılıyor. Gül’ün savaşı ve direnişi uzun sürer fakat en sonunda hem savaşın önüne geçmeyi başarır hem de sözü Tanrı kelamı kabul edilen erkekler meclisinin kararını değiştirerek Musa Han’la birleştiği anlatılır. Bu halk masalı yüzyıllardır Afganistan kadınları için ısrarın ve inadın şifresini fısıldar gibidir.

Nazo Takhi– Masal Kahramanı Olmaktan KORKMA!

Nazo Takhi 1651’de güçlü ve zengin bir Peştun ailede doğar. Babası Malakhai Takhi Gazne bölgesinin valisidir. Nazo Takhi’nin güçlü bir eğitim aldığı, özgürlük eğilimleri güçlü bir kadın olduğu biliniyor, halk arasında genelde Nazo Ana olarak tanınıyor.

Toplum nezdinde bilge bir şair olarak kabul ediliyor. Yaklaşık 2bin beyitlik şiirler yazmıştır. Peştu kabileleri arasındaki çekişmeleri durdurmak, İran Safevi hükümranlığına karşı durmak ve halkın birliğini sağlamak için uzun süre mücadele ediyor. Bu duruşundan kaynaklı halk arasında ‘Afgan Halkının Anası’ olarak benimseniyor.

Babası Sur Dağları yakınında bir savaşta öldürüldüğünde, ailenin tüm erkekleri savaşa gider, Nazo kalanları, yaşlıları, kadınları ve çocukları savunmak için kılıç kuşanır ve kabilesini düşmanlarına karşı savunur.

Aşağıdaki şiir Nazo Ana’nın özgün Peştucadan çevrilmiş 2bin beytinden birisidir.

Melankolik bir gözden bir gözyaşı damlası gibi, şafak vakti nergislerinden çiy düşer;

Ey güzellik, seni ağlatan nedir diye sordum.

Hayat benim için çok kısa, diye cevap verdi,

Güzelim bir anda çiçek açar ve solar,

Bir gülümseme gibi gelir ve sonsuza kadar kaybolur.

Maivandlı Malala

Malala Kandahar’ın güneyinde 1861 yılında doğar. 1880’lerin sonundaki Afganistan-İngiltere savaşı sırasında ilk gençlik yıllarındadır. Savaşın içinde Malala’nın babası ve nişanlısı da dâhil olmak üzere ailesinden pek çok kişi yer almaktadır. O yıllarda savaş sırasında kadınlar genele lojistik destek ve sağlık işleriyle uğraşırlar, Malala da aktif bir biçimde bu faaliyetlere katılır.

2 Eylül 1880 günü Afgan ordusu İngilizlerden sayıca üstün olmasına rağmen moral kaybetmeye başlamıştı. Malala’nın eline bayrağı alarak ordunun önüne geçtiği ve şöyle haykırdığı söyleniyor;

Canlarım! Eğer Maivand için savaşırken ölmezseniz,

Birileri sizi hep utanç kaynağı olarak hatırlayacak

Afgan savaşçıların bu andan sonra cesaret kazandığı ve savaşa tekrar yüklendiği, öndeki bayrak taşıyıcısı vurulunca, Malala’nın bir adım ileri giderek bayrağı yerden kaldırdığı anlatılıyor. Hikâyenin kimi versiyonları onun peçesini bayrak yaptığını söylüyor. Malala o esnada bir İngiliz askeri tarafından vurularak öldürülüyor. Fakat onun ölümü savaşçılara cesaret veriyor ve Maivand savaşını Afganlar kazanıyor. Malala Afganistan’ın Jean Darc’ı gibidir. Bugün Malala’nın mezarının olduğu yer kadınlar tarafından türbe olarak kabul ediliyor, aynı zamanda Afgan kadınları onun anısına bir şarkı yazıyor;

Sevgilimin vatanı savunmak için dökülen bir damla kanıyla,

Alnıma bir güzellik lekesi koyayım, bahçedeki gülü utandıracak gibi!

  1. Küresel İlişki Ve Çelişkiler Yumağı

Afganistan’ın 1919’da bağımsızlığını kazanması dönem konjonktüründen, 1.Dünya Savaşı sonrası kapitalist modernitenin Ortadoğu’da ki ulus-devletçi çözümünden bağımsız değildir. Bölgede uzun süreli dış müdahalelerin ardından, görünüşte bağımsız olan Afganistan devleti, bu defa politik, ideolojik, ekonomik bir bombardıman altındaydı. Uzun süreli İngiltere-Hindistan savaşlarının ardından yeni kurulan Afganistan devletinin ilk sınavı modernizmle oldu. Bunun yanı sıra literatürde ‘Büyük Oyun’ olarak da bilinen projenin en temel konularından biri olan Afganistan küresel güç savaşlarından çok yoğun etkilendi.

‘’Büyük Oyun nitelemesi, 19. yüzyılda Orta Asya’ya doğru genişleyen Rus Çarlığı ile Hindistan’da varlığını sürdürmeye çalışan İngilizler arasında geçen rekabeti, bugün ise Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan, Afganistan ve Pakistan toprakları üzerinde Çin ve İran’ı da kapsayacak biçimde ABD ve diğer bölgesel ve küresel güçler arasında yaşanan rekabeti anlatmak için kullanılmaktadır. Büyük Oyun, 19. yüzyılın ilk yarısında Çarlık Rusya’sı ve Büyük Britanya imparatorlukları arasında hegemonya ve güç mücadelesi olarak uzun süre devam etmiştir. İlk başta iki büyük güç arasında bir nüfuz ve toprak mücadelesi olarak başlatılmış ve bu süreçte Afganistan her iki sömürgeci güç tarafından da stratejik konumundan dolayı tampon bölge olarak kullanılmıştır. Büyük Oyun, 19. yüzyıldan bu yana stratejik bölgelerin büyük güçler arasındaki rekabeti ve o bölgeyi paylaşma mücadelesini ifade etmek için kullanılan kavramdır. Daha somut olarak ifade edilmesi gerekiyorsa, Büyük Oyun; 19. yüzyılda Avrupa’da yükselişe geçen iki imparatorluk olan Çarlık Rusya’sı ve Büyük Britanya’nın düşmanca rekabetlerini tanımlamak için ortaya atılan bir kavramdır. Bu dönemde İran’ın çöküşte olan imparatorluğu da gelişmelere bağlı olarak zaman zaman Rusya, zaman zaman da Britanya tarafında yer alarak Büyük Oyun’da küçük bir rol oynamıştır. Kızıl Ordu’nun Afganistan’a girişi, Büyük Oyun ’un ikinci evresini başlatmış ve böylece tampon bölge konumundaki Afganistan’a geçişiyle Rusya, rakipleri arasında bir adım öne geçmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nın 1945 yılında bitmesiyle birlikte, dünya çapında iki yeni süper güç olan SSCB ve ABD arasında Soğuk Savaş adı altında dünyayı Kuzey ve Güney kutbuna bölen yeni bir oyun başlamıştır. Soğuk Savaş döneminde (1945-1991), Asya kıtasındaki ülkeler ile Afrika ve Güney Amerika gibi üçüncü dünya ülkeleri iki egemen gücün dolaylı olarak savaştıkları alanlardı. Bir yandan ABD, anti-Komünist rejimleri desteklemekte; diğer yandan ise SSCB, farklı ülkelerdeki solcuları desteklemekteydi. İki kutuplu dünya sistemi döneminde iki egemen gücün çekişmeleri sırasında Afganistan, bu mücadeleden en çok etkilenen ülkelerden biri olmuştur. Nihayetinde 1979 yılında SSCB’nin ülkeye doğrudan müdahalesi ve işgali gerçekleşmiş ve böylece Soğuk Savaş’ın ikinci evresine (1979-1985) girilmiştir.

Bu süreçte ABD ve müttefikleri, Afganistan’da bulunan Ruslara karşı mücahitleri desteklemiş ve sonuç olarak SSCB’nin ülkede yenilgiye uğrayarak ülkeden çıkmasını sağlamış ve böylece ABD, Vietnam yenilgisinin intikamını Ruslardan Afganistan topraklarında almıştır. Daha sonra ABD, kendisi 2001 yılında “sonsuz özgürlük” adı altında Afganistan’a müdahale etmiş ve Taliban rejimine son vermiştir.’’ (4)

  1. Bağımsız Devlet Afganistan’ın Modernizmle Sınavı- Kadın Hak ve Özgürlükleri

1920’li yılların başından itibaren Afganistan’da bağımsızlığın ardından bireysel hak ve özgürlükler tartışmaları ve reformları güçlenmiştir. Ülke bir yandan Batılı modern eğilimlerle yönetilirken diğer yandan katı İslam’ın ve mollaların baskısı altındaydı. Yerel halk içinde devlet yönetiminin aksine anayasal haklar ya da devlet hukuku değil, kabile ve şeriat yasaları geçerliydi.

Aynı yıllarda tüm dünyada yükselen feminist dalgaların, kadın hak ve özgürlükleri mücadelelerinin Afganistan devlet politikası üzerinde de olumlu etkileri olmuştur. Fakat bu kısmen olumlu ve ılımlı yeni devlet politikasının yerel halk içerisindeki geçerlilik oranı düşüktür.

  • Kral Emanullah dönemi bu konuda pek çok reformun getirildiği bir dönemdir. Batılı tarzın Afganistan’da kadın hak ve özgürlükleri konusunda da uygulanması için yoğun bir çaba göstermiştir. Bu dönemde kadınların kamusal alandaki varlığını, kız çocuklarının okula gitmesini, hicabın çıkarılmasını destekleyen açıklamalar yapıldı ve 1921’de zorla evlilik, çocuk yaşta evlilik ve başlık parasını yasaklayan yasalar çıkarıldı, aynı zamanda çok eşliliğin önüne geçilecek kimi kısıtlamalar getirildi.

Fakat Kral Emanullahı esas etkileyen ve Afgan kadınları için modern sosyal reformun önünü açan eşi, Soraya Tarzi ya da daha sık bilinen ismiyle Kraliçe Süreyya’dır. Kadınların aile, evlilik, eğitim ve mesleki yaşamlarını iyileştirmek için büyük bir mücadele yürüttü. Afganistan’ın ilk kadın dergisinin yanı sıra, ilk kadın örgütü Anjuman-i Himayat-i Niswan bu dönemde kuruldu. Aynı zamanda kız okulları Masturat ve İsmat (Malala) ile ilk kadın hastanesi Masturat’ı kurdu ve kadın hak ve özgürlükleri için mücadeleyle dolu bir sürecin ilk adımlarını attı. Peçe zorunluluğunun kalkması için önemli çalışmalar yürüttü, Afganistan’da devlet yöneticileri içerisinde yer alan ilk kadın olarak da tarihe geçmiştir.

1920’lerin ortalarında Emanullah Han halka açık bir konuşmada; “İslam, kadınların örtünmesini veya herhangi bir tür peçe takmasını şart koşmaz” dedi. Peygamber’in peçesiz savaşlara katılan eşlerinden örnek verdi ve İslam’ın doğuşundan önce ve sonra kariyerini finanse eden varlıklı bir kadın olan peygamberin ilk eşi Hatice’ye özel atıfta bulundu. Kraliçe Süreyya bu konuşmanın ardından tüm halkın önünde peçesini çıkardı ve attı, bu hareketi dönemin Afgan toplumunda büyük bir şok dalgası yarattı. Halkı ikiye bölen bu hareket mollalar ve tarikatlarca lanetlenirken, kadınların büyük bir kesimi arasında coşkuyla karşılandı, Taliban’ın bugün yeniden Afganistan’ı karanlığa sürüklemek istediği bugünlerde yeniden sıkça dillendirilen bir efsaneye dönüştü. Kraliçe Süreyya’nın bu davranışı ve genel olarak düşünce sistematiği o dönemde Mısır merkezli yükselen Müslüman Feminist hareketten etkilenmiştir.

O zamanlar Kabil, bir yanda ihtişam ve zenginliğin, diğer yanda aşırı yoksulluğun tuhaf bir karışımıydı. 1919’da İngiliz İmparatorluğu’ndan bağımsızlığını kazanmış olmasına rağmen, İngilizler tarafından Afganistan’a getirilmiş olan kafelerden, fotoğraf atölyelerinden, modaya uygun dükkânlardan ve otellerinden spor kulüplerine ve sinemalara kadar Avrupa’daki yaşam tarzlarının çoğu hâlâ varlığını sürdürüyordu. O dönemde kadınların peçe olmadan toplum içine çıkmalarına izin verilmesine rağmen, birçok kadın geleneğe saygıdan dolayı peçe takmaya devam etti. Fakat kadınlar içerisinde bir uyanışında başladığı biliniyor. Kraliçe Süreyya kadınların güçlendirilmesi ve eğitimi konusunda tavsiyelerde bulunmak için kabine toplantılarına katılırdı.

Emanullah 1929’da mollalar ve tarikatların baskısıyla tahttan çekilmeye zorlandı ve Süreyya ile birlikte sürgüne gitti. Süreyya’nın hikâyesi entelektüel bir tarih değil, kadın hakları için mücadeleyle dolu bir yaşamın özetidir. Süreyya hala Afganistan’ın Eva Peron’u olarak anılmaktadır. Fakat aynı zamanda sosyolojik yapıya güçlü temas etmeyen, zihniyette köklü ve büyük değişimler yaşanmadan yapılacak reformların toplumda büyük değişim-dönüşümler yaratamayacağını ve kalıcı olamayacağını göstermektedir. Kadim Ortadoğu ve etrafında yaşanan toplumsal sorunların çözümünde, İslam’ın radikal yorumunda Batılı-modern çözümlerin çokta geçerli olamadığının ispatı gibidir. Afganistan kadınları bu öyküye benzer deneyimleri yakın tarihleri boyunca sürekli yaşamıştır.

  • Süreyya ve Emanullah ’tan sonraki dönem peçe ve örtünme zorunluluğu bir süreliğine geri gelse de çok uzun sürmedi. Kadın haklarının iyileştirilmesi için çalışmalar devam etti. İkinci Dünya Savaşından sonra kadın hakları konusunda tekrardan reformlar süreci başlamıştır. 1946’da Hümeyra Begüm tarafından Kadın Refahı Derneği kuruldu. Bu dernek kadınlar için okul dersleri ve meslek eğitimleri desteği başlattı, ilk defa 1951 yılında Kabil Üniversitesine kadın öğrenciler kabul edildi.

Muhammed Davud Han’ın 1953’te göreve gelişinin ardından sosyal reformlar arttı. Reformların ilk amaçlarından biri, kadınlara ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapan aşırı muhafazakâr- İslamcı gelenekten kurtulmaktı. Bu dönem devlet yönetiminde Sovyet etkisinin de en net gözlendiği dönemdir. 1957’de Kabil Radyosuna ilk defa kadın işçiler katılmış ve bu kadınlar Asyalı Kadınlar Konferansına delege olarak katılmıştır. Yine 1959’da Hümeyra Begüm, Prenses Belkıs ve Zamina Begüm, Süreyya’dan sonra ilk defa kamuya açık resmi bir devlet töreninde göründüler. Bunun üzerine şeriatın yasalarının tahrif edildiği gerekçesiyle tekrardan protestolar başladı. Devlet yönetimiyle masaya oturan mollalardan, kadınların kara çarşaf ve peçe zorunluluğunu Kur’an’la ispatlamaları istendi, fakat Kur’an da bunu net ifade eden herhangi bir pasaj bulunmamaktadır. Bunun üzerine hükümet çarşaf ve peçe zorunluluğunu kaldırdığını duyurdu. 1964’de Afganistan Anayasası kadınlara genel oy hakkı ve seçilme hakkı da dâhil olmak üzere erkeklerle eşit haklar verdi. Kadınlar kent merkezlerinde başörtüsü olmadan gezebiliyorlardı, istedikleri tüm alanlarda çalışma özgürlüğüne sahiptiler.

Ancak bu reformların kent merkezleri dışında çok az etkisi vardı. O dönem Afganistan toplumunun %70’i kırsal bölgelerde yaşıyordu ve kırsal alanda, kabile bölgelerinde yaşayan kadınların yaşamında ciddi bir değişiklik olmadı. Topluma sirayet etmeyen reformlar sürekli tartışmalı olarak kaldı hatta ataerkil kabile yapıları yer yer bu reformlardan korunmak adına şeriat yasalarına daha sıkı sarıldılar. Modernizm ile toplumsal doku bir kere daha derinden bir çelişki yaşıyordu.

1977’de Afganistan Devrimci Kadın Birliği (RAWA), Meena Keşvar Kemal tarafından kuruldu. RAWA halen Afganistan-Pakistan bölgesinde faaliyet gösteriyor, yazının ilerleyen bölümlerinde RAWA’ya geniş yer verilecektir.

  1. Sovyet Müdahalesi ve Komünist Dönem

1973’te ülke tekrardan siyasi istikrarsızlıkla çalkalanıyordu. Bu durumun cereyan etmesinde iki kutuplu dünya siyasetinin ve dış güçlerin bölgede hakimiyet savaşlarının etkisi büyüktü. Sovyetlerin bölgede güç kazanması buna karşı ABD desteğiyle ‘mücahitlerin örgütlendirilmesi’ devlet yönetiminde de, dağlık bölgelerde de ciddi bir karışıklığa sebep olmuştur. Özellikle Afganistan-Pakistan sınırına yakın bölgelerde çoğunluğunu Peştu kabilelerin oluşturduğu köktendinci gruplar faaliyete geçmeye başlıyordu. Diğer yandan Sovyetlerin ideolojik yaklaşımı ve yaşam tarzı bölgede etkili hale gelmeye başladı.

1978’de Afganistan Demokratik Halk Partisi yönetimi ele aldı. Afganistan Demokratik Halk Partisi’nin ilk lideri Nur Muhammed Taraki’nin yönetimini, parti içi mücadele neticesinde Hafizullah Emin, ardından da partinin “Halkçı” ve Perçemci ( Marksist grup) kanatları arasındaki mücadele neticesinde Babrak Karmal ’ın liderliği izledi. Babrak Karmal döneminde, özellikle Sovyetlerle ilişkiler en üst düzeye çıktı. Zaten kendisi parti içinde Sovyetler ’in de desteğiyle ülke yönetiminin başına getirilmişti. Parti içi rekabet bir tarafa bırakılırsa, halkın büyük bir kısmı bu genç subayları destekledi. Sanıldığı gibi yeni yönetim asker gücüyle ayakta kalan dar bir elit değildi. Öte yandan, Batı’dan destek alan mücahitler Sovyetlere yakın bu sosyalist hükümeti devirmek için harekete geçtiğinde zorlanmaya başladılar. Bunun üzerine, Babrak Karmal hükümete Sovyet ordularını davet etti. Bunun işgal mi müdahale mi olduğu hala tartışmalı bir konudur. Batı’nın desteklediği mücahitlere karşılık Sovyetler de yeni Afganistan Demokratik Cumhuriyeti yönetimini destekledi.

Bu dönemde cinsiyet eşitliği ve kadın hakları resmen tanındı, mücahitlerin örgütlenme zemini olan kırsal kesimlerde de uygulanmaya çalışılan reformlar oldukça geniş bir yelpazeyi kapsıyordu. Kadınlara ilk defa yasaların izniyle eşlerini seçme hakkı verildi. AWC (Afgan Kadın Konseyi) bu yıllarda reformları uygulayıcı güç olarak kuruldu. 1989 yılına kadar AWC, Masuma Esmati-Wardak ve sekiz kadından oluşan bir personel tarafından yönetiliyordu. AWC’nin neredeyse tüm illerde yaklaşık 150.000 üyesi ve ofisi vardı. Mesleki eğitimin desteklenip, okuma-yazma oranını yükseltmek için kadın kampanyaları örgütlemişlerdir.

Bu dönemde kadın hakları hem Afgan hükümeti hem de Sovyetler tarafından desteklendi. Kadın haklarının esas olarak kentlerle sınırlı olduğu monarşi dönemindeki durumun aksine, toplumsal cinsiyet eşitliğini ve kadın haklarını toplumun tüm sınıflarına, ayrıca kırsal kesimdeki kadınlara ve kız çocuklarına da uygulamaya çalıştılar. Kız çocukları için başörtüsü açma ve zorunlu eğitim politikası, muhafazakâr kırsal nüfustan güçlü bir tepkiyle karşılandı ve Sovyetlere ve komünist rejime karşı direnişe katkıda bulundu.

1992’de Sovyetlerin bölgeden çekilmesinin ardından var olan yönetim 3 yıl kadar daha hüküm sürdü, ancak gittikçe güçlenen ve finansmanlığını Pakistan, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin yaptığı ABD destekli mücahit gruplar bölgede gittikçe hâkim olmaya başlamıştı.

  1. Köktendincilik ve Taliban’ın Örgütlenme Süreçleri

Afganistan’da örgütlendirilen mücahit grupların pek çoğunun kökeni Vahabbiliğe dayanmaktadır. İslam’a bağlı Sünni-Hanbelî mezhebinin bir alt kolu olan ve 18’inci asırda Muhammed ibn Abd al-Wahhab tarafından başlatılmıştır. Bugün bu kavramın yerine genellikle Selefi terimi kullanılmaktadır.

Vahabbilik tevhit anlayışına dayanmaktadır. Allah’ın varlığı dilde, ruhta ve fikirde birlenmelidir. Bunun dışındaki tüm dini yorumları red ederler. Buna göre Kur’an ve Sünnetin dışında emir ve yasak tanımamak, İslâm Peygamber’inin döneminde bulunmayan şeyleri ve tevessülü terk ederek Allah’ı birlemek gerekir. Bu tevhide ameli tevhit denir. Herhangi bir hüküm koyucu tanımak, Allah’tan başkasından yardım dilemek, Peygamber için bile olsa, Allah dışındaki bir varlık için kurban kesmek, adakta bulunmak kişiyi küfre düşürür, can ve mal dokunulmazlığını ortadan kaldırır ki bu can ve mal varlığının dokunulmazlığının kalkması meselesi onlara oldukça geniş haklar tanır.

‘’Vahhabiliğin en önemli özelliklerinden birisi de bid’atlar karşısındaki tutumudur. Bir bid’at çıkaran melundur ve çıkardığı şey reddedilmelidir. Bid’atların çoğu insanları şirke düşürmektedir. Bunların başında mezarlar, türbeler ve bunların ziyaretleri gelir. Mezarlarda yapılan ibadetler şirktir. Sevap umarak Peygamberin kabrini ziyaret bile şirke neden olabilir. Şirke neden olmamaları için, mezar ziyaretleri, türbe yapımı kesin olarak yasaklanmalıdır. Ölülere niyaz, tevessül, falcılara, müneccimlere inanmak, Peygamber’in anısını yüceltmek, Hırka-ı Şerif ve Sakal-ı Şerif ziyaretleri yapmak, Allah’tan başkasına ibadet etmek, şirk koşmaktır.’’ (5) Aynı zamanda süslenmek, takı takmak ve makyaj yapmakta yasaktır.

Hint-Pakistan ve özelde Afganistan hattında hâkim olan yerel selefi yaklaşımı ise Devbendiye Ekolü temsil etmektedir. ‘’Hint-Pakistan-Afganistan sahasının yerel Selefi yaklaşımını temsil eden Devbendiye ekolü 1880’lerde oluştu. Ancak kuruluşundan sonraki yüzyıl boyunca çok güçlü olamadı. Sovyetler Birliği’nin bölgeye müdahalesi ve Pakistan’da Muhammed Ziyâ ül Hak’ın darbeyle iktidara el koyması durumu radikal olarak değiştirdi ve Devbendiye’ ye bağlı Selefi cihadizmi hızla güç kazandı. Özellikle Körfez parası, Pakistan lojistiği ve ABD desteği sonrasında büyük bir sıçrama yaşadı. Taliban çizgisi ve temsil ettiği ilahiyat bölgede yüz yıl boyunca var olsa bile baskın olamamıştı. Bu bakımdan buraların tarihinde olmayan türden bir Selefi çizgi, esas itibarıyla 1978’den sonra güç kazandı. Pakistan bu sahada da Devbendiye Okulu’nun yolunu açtı. Kurumlara finansal olanaklar, dolaşım ve koruma sağladı. Bu aynı zamanda o dönemin uluslararası Batı politikasıyla da uyumluydu. Bilindiği üzere, Yeşil Kuşak Projesi’yle de örtüştü. Sovyetler Müslüman bir çeperle çevrelenmek isteniyordu. Üçüncü olarak da Suudi Arabistan’ın finansal olanakları devreye girdi. Bütün bunlar bu grubu güçlendirdi. Afganistan’da Devbendiye Okulu’nun etkisi katbekat arttı.’’ (6)

1996 yılında özelde Pakistan tarafından donatılan mücahit gruplar Kabil’e geçti, bir süre sonra ABD tarafından tahsis edilmiş Pakistan tanklarını kullanmaya başlayan Taliban’ın müdahalesi sonucu ülkede yıllardır örgütlendirilen köktendinci gruplar iktidarı ele geçirdi ve 2001 yılında ABD’nin sözüm ona demokrasi ve sonsuz özgürlük savaşına kadar ülkeyi 5 yıl yönettiler.

Ne Vahabbilikte ne de onun Afganistan versiyonu Devbendiye Ekolünde kadınların yaşamda yeri yoktur. Talibanın bölgeye hâkim oluşu devlet yönetimini ele geçirmesiyle başlamadı, kabileler arasında uzun süredir etkisini sürdüren Deobanizmin etkisiyle kentlerde yaşanan kadın hak ve özgürlükleri reformlarının tam tersi bir gidişat varken, yönetimin ele geçirilmesinin ardından kadınlar için yaşam yüzde yüz değişti. Taliban’ın 5 yıllık yönetimi sırasında Afganistan’da kadınlar ev hapsindeydi, kimsenin içeriyi veya dışarıyı görmemesi için pencereler boyandı. Çalışan tüm kadınlar çalışma alanlarından uzaklaştırıldı ve burka giymeyen kadınların sokağa çıkması yasaklandı.

Öğretmenlerin çoğu, Taliban rejiminden önce kadın olduğu için, kadın istihdamına getirilen yeni kısıtlamalar, hem erkek hem de kız çocuklarının eğitimine büyük bir yük getiren büyük bir öğretmen eksikliği yarattı. Kadınların öğretmenlik de dâhil olmak üzere çoğu işte yasaklanmasına rağmen tıp alanındaki bazı kadınların çalışmaya devam etmelerine izin verildi, çünkü kadınları sadece kadın doktorların tedavi edilmesine izin veriliyordu. Kesin bir dille kız çocuklarının erkek çocuklarla aynı okullarda okumaları yasaklandı. 7yaşını geçen tüm kız çocuklarının örtü takması zorunlu hale getirildi.

Afganistan’da eskiden kalma bir gelenek olan kadınların isminin anılmaması tabusu ise Taliban’ın ülkeye hâkim olmasıyla en katı kurallardan biri oldu. Bir kadının ismi cenaze töreninde bile anılmıyor. Ülkede kadınlar bir erkeğin annesi, eşi, kız kardeşi olarak biliniyor, bunun dışında bir kadının ismi anıldığında, ‘uygunsuz’ görülüyor.

Kadınların yüksek sesle konuşmaları, kahkaha atmaları, aileden olmayan bir erkeğin kadının sesini duyması haram sayıldı ve bir erkekle konuşurken görülen kadın ağır cezalara tabi tutuldu. Makyaj yapan veya oje süren kadınların parmakları kesildi. Okula giden kız çocukları saldırıya uğradı ve temelleri Süreyya zamanında atılan kız okulları bombalandı, binlerce çocuk ve öğretmen yaşamını yitirdi.

Yanında 5 yaşında da olsa bir erkek olmadan dışarı çıkan tüm kadınlar çok ağır kırbaç ve hapis cezalarıyla cezalandırıldı. Kadınlara yönelik şiddet, çocuk istismarı, tecavüz, recm ve daha dilin varmayacağı pek çok uygulama şeriat kanunlarına göre hak olarak değerlendirildi. Televizyon, radyo, şarkı söylemek, dans etmek yasaklandı. Kurallara uymayan kadınlar ya da bazen bir komşusu ya da eşi tarafından bilinçli bir şekilde şikâyet edilen kadınlar diri diri yakıldı, recm edildi ya da kurşuna dizilerek katledildi.

Bu dönem sadece kadınlar açısından değil tüm toplum açısından korkunç uygulamaların resmiyet kazandığı bir süreç. Resmiyet, çünkü bu uygulamalar 1996 ile başlamadı, öncesinde de vardı fakat bu yıllarla beraber daha önce lokal olan uygulamalar tüm Afganistan’a yayıldı. Erkekler açısından da sakal bırakmak, geleneksel ve şeri hükümlere uygun giyinmek, buna göre davranmak şart koşuldu. Yine erkek çocukları da eşit düzeyde tehlike altında. Örneğin Taliban arasında bugünde devam eden Bacha Bazi denen bir uygulama var, erkek çocuklarının cinsel anlamda istismar edildiği bu uygulama Afganistan ve Pakistan’da çok yaygın uygulandı. Genelde yoksul ailelerin çocukları alınıyor. Bu çocuklar ya cinsel anlamda istismar ediliyor ya da Taliban üyeleri olarak devşiriliyor.

  1. ABD Müdahalesi ve Kadın Hakları Maskesi

2001’de ABD’de El-Kaide’nin ikiz kulelere saldırısının ardından Usame Bin Ladin’in Afganistan-Pakistan hattında gizlendiği gerekçesi ve insan-kadın hakları ve özgürlükler bahanesiyle bölgede ABD işgali başladı. Bu dönemi Taliban’ın resmi olarak hükümetten devrildiği kanlı bir süreç olarak değerlendirmek yüzeysel bir kandırmaca olur. Çünkü ne Amerika bu topraklara Taliban’ı bir bütün bitirmek için girdi ne de Amerikan müdahalesi döneminde Taliban bir bütün sona erdi. Afganistan müdahalesine bir gerekçe olarak da kadın hal ve özgürlükleri maskesini kullanan ABD’nin, soruna yaklaşımı Batılı ve modernist aklın bir adım ilerisinde değildi. Aksine Afganistan’da kadın hak ve özgürlükleri konusu çok uzun süre reklam aracı olarak kullanılmıştır.

Yasalarla yeniden güvence altına alınmış gibi görünen kadın hakları pratikte beklenen ve yeterli düzeyde işler hale gelmedi. Gençlere ve kadınlara yönelik asimilasyon ve entegre politikası çok yoğundu. Bölgeye yönelik genelde ekonomik ve eğitim hakkı maskelerini kullanan ABD’nin elindeki en büyük koz bölge halkının yıllar süren iç-dış savaşlar ve istikrarsızlık sonucu aşırı yoksul olmasıydı, milyarlarca dolar fonun akıtıldığı ülke aynı zamanda merkezi hegemon güçlerin tüm kirli işlerini yürüttükleri merkezi üsler haline geldi. Kent merkezlerinde görünürde Taliban ve Selefi örgütlerin hâkimiyeti sona ererken, kabile bölgelerinde bu örgütlenme ağları yine aynı güçlerin ve özelde Pakistan’ın desteğiyle büyümeye devam etti. Pek çok Taliban lideri dağlık kabile bölgelerinde üslendi ve bu bölgelerde Deobandist İslam hukuku geçerliliğini korudu.

2004 anayasasıyla 1964 anayasasına atfen tekrar kadın hak ve özgürlükleri güvence altına alınmış gibi göründü. Kız çocuklarının eğitim hakkı, kadınların kamusal alandaki varlıkları tekrar meşru hale geldi. Peçe ve burka kaldırıldı. Kadınlar hemen hemen tüm yaşam alanlarında tekrar boy göstermeye başladı, fakat mevcut durumu ABD müdahalesinin başarısı olarak okumak saflık olur, modern ABD anayasası aynı zamanda İslam hukukuna saygılı olacağını duyuruyordu ki bu da devlet yönetiminde ve yasalarda çok büyük boşluklara neden oldu. Amerika’nın Afganistan’da geçirdiği 20 yıl boyunca ne Taliban saldırıları durdu ne de ülkedeki istikrarsızlık sona erdi, tersi biçimde köktendincilik eskisinden daha güçlü argümanlarla, 2013 yılıyla beraber yanına IŞID gibi örgütleri de alarak güçlendi. 20 yıl içinde binlerce kadın Selefi gruplar tarafından kaçırıldı, tecavüze uğradı, kırbaçlandı, katledildi.

Konu sadece ABD ya da herhangi bir dış güçle ilgili değildi. Kabilelerin bir kısmı Selefilikle kabile ataerkini birleştirerek yeni bir senteze gittiler ve kadınlara yönelik uygulamaları İslam’ın ve geleneksel ahlakın bir gereği olarak ele aldılar. Dolayısıyla geçmiş 20 yılı hak ve özgürlükler dönemi olarak ele almak ciddi bir kandırmaca ve manipülasyondur. Değişen kadın Afganistan’da direnen kadındır, dünyada yükselen kadın özgürlük mücadelelerinden etkilenen kadınlardır. Kendi topraklarında RAWA’nın mücadelesiyle etkileşen ve dönüşen kadınlardır. Taliban’ın devrilmesinden bu yana geçen 20 yıl içinde, Afgan kadınları kendi hakları için savaştılar ve Afganistan Bağımsız İnsan Hakları Komisyonu’nun kurulması da dâhil olmak üzere ülkelerinde insan haklarının geliştirilmesinde proaktif bir rol üstlendiler. Yakında devrilen hükümette bir Kadın İşleri Bakanlığı vardı ve kadına yönelik şiddetle mücadele için 2009 yılında dönüm noktası niteliğinde bir yasa çıkarılmıştı. Afganistan ayrıca, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi gibi çeşitli uluslararası insan hakları belgelerine de imza atmıştı. (7)

Fakat bunun yanı sıra toplumda kadınların yaşadığı problemler geçerliliğini koruyordu. ABD işgali döneminde BM Kadınlar Kalkınma Fonunun hazırladığı istatistik verilerine bir bakalım;

  • Afgan kadınlarının yaklaşık yüzde 90′ ı okuma yazma bilmiyor.

• Kız çocuklarının yalnızca yüzde 30′ u eğitim alabiliyor. Eğitim alamayan kız çocuklarının oranı, güneydeki Urozgan ve Zabul bölgelerinde yüzde 90’a kadar çıkıyor.

• Bir Afgan kadını başına 6.6 çocuk doğumu düşüyor ki bu dünya ortalamasının iki buçuk katından da fazla.

• Her 3 Afgan kadınından birisi, fiziksel, psikolojik ve cinsel şiddete maruz kalıyor.

• Afgan kadınlarının ortalama yaşam ömrü 44 yıl…

• Evliliklerin yüzde 70-80’i çeşitli nedenlerle baskı altında ve çocuk yaşta gerçekleştiriliyor.

• Kız çocuklarının yüzde 57’si 16 yaşından önce evlendiriliyor. Birçok erkeğin, ergenlik öncesi yaşta birden fazla eşi var.

• Dul kalan kadınlar, ölen kocalarının akrabalarıyla evlendiriliyor.

.• Kadınların mülkiyet ve miras hakkı anayasal koruma altında değil. Tecavüz, yasalarda açık bir şekilde suç olarak tarif edilmiyor.

Özcesi İslam Hukukuna saygılı ABD yönetimi altında Afganistan’da çok büyük değişimler yok. Saygılı olunan İslam, Taliban’ın yorumuna göre ele aldığı İslam, dolayısıyla toplumların yaşamında çok da büyük değişimlerin yaşanmamış olduğu görülüyor.

Yine bu dönemde bizzat devlet destekli ve fonlarla büyüyen Tebliğci Kadınlar ismi verilen bir yapılanma var. Bu kadınlar ev ev, kapı kapı gezerek insanlara kız çocukların okula gönderilmemesi gerektiğini, erkenden evlendirilip namuslarının korunması gerektiğini söylüyorlar. Bu yapılanma Cihadiler grubuna bağlı ve aktif eylemlilik içerisindeler.

Bugün Taliban’la uzun süreli müzakere süreçlerinin ardından Afganistan’dan çekilen ve bölgede ulus-devletçi oryantalist çözümün iflasını ilan eden ABD’nin bölgeye görüntüde değişen ve bir meşrulaştırma aracına dönüşen şekli kadın hakları dışında getirdiği pek bir şey yoktur. Tersi biçimde ‘’Yeni Büyük Oyun’’ çerçevesinde bu bölgede strateji değiştiren merkezi hegemon güçlerin, kendi topraklarına saldırmadığı, hatta gerekli zamanlarda saldırtılması dışında bu güçlerle işi kalmamıştır. Aynı risk bugün Irak’ı da beklemektedir. Irak’ta tekrardan örgütlendirilen DAİŞ ve isimleri binleri bulan köktendinci örgütlerin ABD’nin bu bölgeden de çekilmesinin ardından bir hâkimiyet elde etme ihtimalleri oldukça güçlüdür.

Reber Apo bu konuda; ‘’ Merkezi uygarlığın ana ülkesi ve bölgesinde yaşanan büyük kaos, ulus-devletçiliğin ve iktidar paylaşımcılığının iflasını tüm yönleriyle ve bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. Bu kaos Filistin-İsrail, Irak ve Afganistan ulus-devletçiliklerinin ve kökeni en gelişkin hiyerarşilere dayalı olan iktidarcılığın tüm maskelerini düşürmüş, sorunların temel kaynağını teşkil ettiklerini kesinleştirmiş, sınırsız şiddet, terör, savaşlar ve katliamların bu kaynaktan beslendiğini her yönüyle gözler önüne sermiştir. Ulus- devletçilik ve iktidar paylaşımcılığının bumerang gibi sahiplerini vurmaktan başka yeteneğinin kalmadığı yeterince kanıtlanmıştır. ‘Üçüncü Dünya Savaşı’ meselesine gelince, Irak, Afganistan, Lübnan, Pakistan, Türkiye, Yemen, Somali ve Mısır başta olmak üzere belli başlı ülkelerde olup bitenlerin bilançosunun çoktan Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarındaki bilançoları birçok yönden aşmış olması bu savaşın gerçekliğinin anlaşılması için yeterlidir.’’ (8)

Fakat diğer yandan Afganistan’da kadınların mücadelesi okunması ve bugünün tahlili açısından anlaşılmalıdır. Eğer bugün ne Taliban eskisi gibi kadınlara hükmedebilir ne de kadınlar bunu kabul eder diyorsak, bunun tarihsel kaynaklardan ve gelenekten kopuk olmadığını aynı zamanda yakın tarihli kadın mücadelelerinin bir sonucu olduğunu bilmek gerekmektedir.

RAWA- Revolutionary Association of the Women of Afghanistan

Afganistan Devrimci Kadınlar Birliği 1977’de Meena Keshwar Kemal tarafından kuruldu. Meena; 27 Şubat 1956’da Kabil’de doğdu. Kabil’de üniversite öğrencisi olduğu yıllarda feminizm ve kadın haklarıyla yakından ilgilenen Meena, 1977’de üniversite eğitimini tamamlamadan aktif mücadeleye başladı ve RAWA’yı kurdu. Meena aynı zamanda mahir bir şair ve hatipti, Afganistan kadınlarının hak ve özgürlüklerine kavuşması için kısacık ömrüne, ömürler dolusu mücadele ve deneyim sığdırdı.

‘’Afganistan Kadınları Devrimci Derneği-RAWA kadın haklarını ve laik demokrasiyi teşvik eden bir örgütlenmedir. Şiddet içermeyen bir stratejiye sahiptir. Afgan kadınlarını örgütleyerek, onları kadınların insan haklarını elde etmeye dönük siyasi ve sosyal faaliyetlere katmayı, köktenciliğe karşı demokratik ve laik ilkelere dayalı ve kadınların da katılabileceği bir yönetim sisteminin yaratılmasını amaçlamaktadır. Çok taraflı silahsızlanmayı savunmaktadır. RAWA 1977’de Kabil’de insan hakları ve sosyal adalet için mücadele eden Afgan kadınlarının bağımsız bir sosyal ve politik örgütü olarak çalışmalarına başladı. Daha sonra Meena’nın Kabil’den Pakistan’ın Belucistan Eyaleti’nin Başkenti Quetta’ya gitmesiyle RAWA’nın ana üssü oraya taşındı ve Afgan kadınları için çalışmalar oradan yürütüldü. 27-28 Nisan 1978’de General Muhammed Davud’u devirerek iktidarı alan Afganistan Halk Demokratik Partisi’nin kadın haklarını gündeminin üst sıralarına koymasına rağmen bu konuda fazla adım atmadığını gören Meena ifade özgürlüğünü ve siyasi faaliyeti savunmak için 1979 yılında bir kampanya başlattı; gösteriler ve okullarda toplantılar düzenleyerek kampanyaya desteği güçlendirmeye çalıştı.’’

1970’lerin sonundan itibaren güçlenen köktendinciliğe karşı etkin bir mücadele yürüten Meena ve arkadaşları, Selefi grupların kadınlara karşı işlediği suçları teşhir etmek, kadın özgürlük mücadelesini yükseltmek için 1981’de Peyam-e Zan dergisini yayınlamaya başladı. Kadın okulları ve hastaneleri kurdular. Derginin yayınlanması ve dünya kadın gündeminde ciddi bir yankı bulmasının ardından, Meena Fransa Sosyalist Parti kongresinde Afgan kadın direniş hareketini temsil etti. Meena ve arkadaşlarının faaliyetleri tüm Afganistan’da yankı buldu ve devlet yönetimi de dâhil olmak üzere pek çok kesimden defalarca tehdit almasına rağmen özgürlük yürüyüşünden bir adım geri durmadı. Örgütlenme tarzı kadınlara birebir teması esas alıyordu, salt dergi yayınlamak veya fikir beyan etmekle kalmıyor, bu düşünceleri bizzat uygulamak için sabahın ilk ışıklarıyla yola koyuluyor ve gün içinde ulaşabileceği kadar çok kadına ulaşıyordu. Meena 4 Şubat 1987’de Afgan İstihbarat Servisi ya da mücahitlerce (ki aralarında zihniyet olarak çok büyük farklar yoktu) Pakistan da katledildi.

RAWA, Şubat 2012’de kurucusu Meena Keshwar Kamal’ın 25. ölüm yıldönümü vesilesiyle Kabil’de düzenlediği anma töreninde onun hakkında şunları ifade etmişti: “Meena kısa ama parlak yaşamının 12 yılını anavatanı ve halkı için mücadeleye verdi. O, okuma yazma bilmemenin karanlığına, köktenciliğin cehaletine, özgürlük ve eşitlik adı altında kadınlarımıza empoze edilen yozlaşma ve çöküşe rağmen, sonunda nüfusun yarısının uyanacağına ve özgürlüğe, demokrasiye, kadın haklarına doğru götüren yola gireceğine güçlü bir inanç besliyordu. Meena’nın kalplerimizde yarattığı sevgi ve saygı ile düşman haklı olarak korkudan titriyordu. Özgürlük, demokrasi ve kadın düşmanlarının hepsinin onun mücadelesinin ateşinde kül olacaklarını biliyorlardı. “ Meena katledilişinin ardından RAWA ve Afganistanlı kadınların esin kaynağı olmaya devam etti ve RAWA’nın mücadelesi, Meena’dan sonra anısının gücüyle arşınlarca ileri gitti. Meena 2006 yılında ‘Asya’nın en etkili 60 kahramanı’ içerisinde yerini almıştı. Afganistan kadınlarını uyuyan aslanlara benzetiyordu ve uyandıkları anda hem ülkelerinin hem de kadın devriminin inşasında eşsiz bir rol oynayacaklarına inanıyordu, aslında Meena’yı Meena yapan da özgürlüğe ve demokrasiye olan inancıydı.

Meena düşünceler kadar duygulara da güçlü hitap eden, kadınların ruhuna dokunmasını bilen bir şairdi.

Ben uyanan kadınım

Kalktım ve yanmış çocuklarımın küllerini süpüren bir fırtınaya dönüştüm

Kardeşimin kanının oluşturduğu nehirlerden yükseldim

Halkımın öfkesi bana güç verdi

Yıkılmış, yanmış köylerim düşmana karşı nefretle doldurdu beni,

Ben uyanan kadınım

Yolumu buldum ve asla geri dönmeyeceğim

Cehaletle kapatılan kapıları açtım

Tüm altın bileziklere veda ettim

Ah yurttaş, ben eski ben değilim

Ben uyanan kadınım

Yolumu buldum ve asla geri dönmeyeceğim

Çıplak ayakla dolaşan evsiz çocuklar gördüm

Elleri kınalı yas elbiseli gelinler gördüm

Dev hapishane duvarlarının dev midelerinde özgürlüğü yuttuğunu gördüm

Destansı direniş ve cesaret jestleri arasında yeniden dirildim

Son iç çekişlerde, kan dalgalarında ve zaferde özgürlüğün şarkısını öğrendim

Ah yurttaşım, ah kardeşim, beni zayıf ve aciz sanma artık

Ülkemin kurtuluşu yolunda tüm gücümle yanınızdayım.

Sesim, ayağa kalkan diğer binlerce kadının sesine karıştı

Yumruklarım binlerce yurttaşın yumruklarıyla sıkılıyor

Seninle yol aldım ülkeme,

Tüm bu ıstırabı ve tüm bu prangaları kırmak için,

Ah yurttaş, ah kardeşim, ben eski ben değilim

Ben uyanan kadınım

Yolumu buldum ve asla geri dönmeyeceğim.”

RAWA, ülkenin içinde bulunduğu politik atmosfere göre öncelik-sonralıklarını belirleyen bir örgüt. Sovyetler döneminde sömürgeciliğe karşı Afganistan’ın ulusal bağımsızlığını destekliyor ve Sovyet yönetiminin kadınlara yönelik getirdiği kuralların modernist olduğunu ve coğrafyanın sosyolojik yapısıyla uyum göstermediği gerçeğinden hareketle bağımsızlık mücadelesi veriyordu. Sovyetlerin Afganistan’dan çekilmesinin ardından Cihadiler ve sonrasında Talibanla yoğun bir mücadeleye girişiyor.

RAWA kadın düşmanlarının İslam’ı araçsallaştırarak kendilerine konforlu bir alan yarattıklarını savunuyor ve bu nedenle mücadeleyi seküler bir zeminde yürütmeyi önemli buluyor. Afganistan’daki kadınlara gerçekliği şüpheli olan hadisler öne sürülerek zulmedildiğini, din egemenlerin elinde bir araca dönüştüyse, mücadelenin din temelli yürütülemeyeceğini düşünüyorlar. RAWA’nın birçok dindar kadın üyesi bulunmakta fakat dinin bundan yüzyıllar önce ortaya koyduğu bazı uygulamaların bağlamından koparılarak kadınlara karşı bir zulüm aracına dönüştürülmesine karşı çıkıyorlar.

Faaliyetleri içerisinde, Afganistan ve Pakistan’da kadınlar için gizli okullar, yetimhaneler, hemşirelik kursları ve el sanatları merkezleri kurmanın yanı sıra din polisinin kadınlara şiddetini filme alarak teşhir etti. Faaliyetleri Taliban ve Birleşik İslami Cephe tarafından yasaklanmasına rağmen çalışmalarını sürdürdü. 2001’de başlayan NATO müdahalesini, sivil kayıpların çokluğu nedeniyle eleştirdi ve halkı NATO müttefiki güçlerin Taliban kadar tehlikeli oldukları konusunda uyardı. Hastaneleri, okulları ve yetimhaneleri desteklemek için fon toplamakta ve birçok proje yürütmektedir. 2006’dan sonra her yıl Dünya Kadınlar Günü’nde Afganistan’da etkinlikler düzenlemeye başladı. RAWA, faaliyetleri ve mücadelesi nedeniyle dünyanın birçok yerinde destek görüyor ve bu temelde birçok ödül almış bulunuyor.

Aslında hiçbir zaman özgürce mücadele yürütememiş RAWA, Taliban ve Birleşik İslami Cephenin yaklaşımı zaten biliniyor, fakat ABD işgali süresince de RAWA’nın faaliyetleri resmi olarak olmasa da fiili olarak hep hedeflenmiş ve cihadist grupların saldırılarına maruz bırakılmıştır. Bu sebeple RAWA üyesi kadınlar isimlerini çok fazla kullanmamakta, yarı illegal tarzda örgütlenmektedir. Örgütlenme tarzı daha çok halk içerisindedir.

Kadın özgürlük sorunsalını, toplumsal sorunlarla iç içe değerlendiren RAWA, sadece kadınlara yönelik değil, tüm toplumu kucaklayacak projeler üretiyor. Misyonunu “bağımsız, özgür, demokratik ve laik bir Afganistan’ın kurulması için mücadele etmek” olarak ifade etmektedir. Geçtiğimiz aylarda Taliban’ın yeniden ülkeyi ele geçirmesinden önce adeta STK’lar mezarlığına dönen ülkede fon alamayan tek örgüt RAWA. Fonlar genelde ya İslami örgütlere ya da modernist STK’lara akıtılıyor, RAWA’nın mücadelesi ise meşru görülmüyor, bu sebeple genellikle halk desteğiyle faaliyet yürütüyor. Özellikle Afganistan’da kimi bölgelerin DAİŞ’ in kontrolüne girmesinin ardından, Taliban dönemine kıyasla çok daha büyük bir kadın kıyımının başladığı ülkede, mücadele yürütmekte geçmişe nazaran kat be kat zorlaşmıştır. Birçok RAWA üyesi kadın işgal dönemi Afganistan’ının Taliban döneminden çok daha tehlikeli olduğunu, yasaların göstermelik olduğunu dile getiriyor. Aslında ülkenin halini en güzel Meena özetlemiştir, Afganistan’ı işgal ve köktendincilik arasında sıkışmış ülke olarak tanımlamaktadır. Dolayısıyla RAWA’nın mücadelesi salt birine karşı değil, erkek egemenlikli zihniyete karşıdır.

RAWA pek çok uluslararası platformda ve kadın zeminlerinde Afganistan kadınlarını temsil etmektedir. Afganistan’da kadınların yaşadığı mevcut sorun halinin reformlarla değil, devrimle çözülebileceğini savunmaktadır. Bu nokta bu mücadeleyi özelde Kürdistan Kadın Özgürlük Mücadelesinin deneyimiyle yakınlaşmıştır. Bu zemini ders çıkarılacak bir deneyim olarak görmekte, özelde Rojava ’da DAİŞ’e karşı yürütülen etkin mücadeleyi ve Rojava Kadın Devrimini benimsemektedirler. RAWA’nın da tüm asimetrik güç ilişkilerine rağmen Kürt kadınlar gibi mücadeleden vazgeçmediğini ve umutsuzluğa kapılmadığını vurguluyorlar.

  1. Direniş Sürüyor

Geçtiğimiz aylarda Taliban’ın tekrardan Kabile yerleşmesinin ardından ülkede kadınlar açısından yeniden karanlık bir süreç başlamıştır. Fakat çalışmanın çeşitli bölümlerinde de dile getirildiği gibi Afganistan’da ki kadın özgürlük sorunsalını sadece Taliban’ın varlığıyla açıklamak çok gerçekçi değildir. Son 6 ayda tırmanan süreç malumun ilanından öte bir şey değildi. Selefi örgütlerin ilk çıkış süreciyle tırmanan kadın özgürlük sorunu, son yaşanan süreçle tüm dünyanın gözleri önünde meşruiyet kazandı, bu meşruiyet bizzat merkezi hegemonya eliyle örgütlendirildi. Afganistan’da kadınların yaşadığı tarihsel durumu özetlersek;

Birincisi resmi uygarlıklar döneminin ve patriyarkanın yükselişinin ardından Afganistan’da erkek egemenlikli yapı en sert biçimiyle yaşanmaya başlamıştır. Ataerkil kabile yapısı içerisinde kadın varlığı ve kimliği bir bütün ortadan kalkmasa da ciddi biçimde zedelenmiştir. Kadın daha ilk dönemden erkeğin mülkü olarak ele alınmış ve bu toplumsal rol ve bu rolün pratik yaşam yansımaları bir gelenek olarak kabul görmüştür. Köktendincilik kadınlar üzerindeki kimi uygulamalarını ilk dönem ananelerine dayandırmaktadır. Örneğin kadının isminin anılmasının uygunsuz görülmesi, erkek çocuğu olmayan ailelerin toplum içinde saygın konumda görülmemeleri, erken yaştan evlilik vb. uygulamalar, yine Bacha Bazi ve Bacha Posh gibi uygulamalar bunların içerisinde sayılabilir.

İkincisi İslamiyet’in bölgeye hâkim oluşuyla beraber ataerki ve Hanefi İslam sentezinin ortaya çıkardığı sonuçlardır. Ataerkiyi pekiştiren, Tanrı kelamı ve Peygamber sünneti yorumlarıyla kadınları kıskacına alan yapıdır. Etnik ve kabilesel çelişkilerinde yoğunca kışkırtıldığı bu dönemde kadınlar feodalizm ve dogmatik kalıplarla işlenmiştir. Ardından gelen sayısız işgal ve örgütlendirilen köktendincilikle beraber kadının varlık alanı tamamen ortadan kaldırılmak istenmiştir. Sonrası herkesin bildiği, yakından takip ettiği fiziki ve ruhsal katliamlar silsilesidir.

Üçüncüsü Batı kaynaklı modernizmin 19. Yy. ile birlikte ülkede uygulamaya çalıştığı bireysel hak ve özgürlükler meselesidir. Modernizmin merkezi hegemon güçlerden bölgesel hegemonyaya oradan da Afganistan’a kopyalanan hak ve özgürlükler çizgisi coğrafyada toplumsal tabanda ciddi bir değişiklik yaratamamıştır. Kadim Ortadoğu ve Asya’nın toplumsal problemlerinin ve bu problemlerin öz kaynağı cins çelişkisinin yazılı yasalarla çözüme kavuşamayacağı bu coğrafyada defalarca kanıtlanmıştır. Bu sebepledir ki, Batılı modernite Afganistan’da bozuma uğramış ve iflas etmiştir. Sosyalizm adına müdahale eden Sovyet döneminde de, kapitalizmin müdahalesinde de sonuç değişmiyor, Afganistan’da ‘’yabancı yönetimler’’ eliyle gelen çözümlerin, toplumsal ve kültürel yapıda çok güçlü bir karşılığı olmamıştır.

Tekrarlanan süreçler ülkede sadece siyasi istikrarsızlığı değil aynı zamanda toplumsal zeminde de belirsizlik ve istikrarsızlığı doğurmuştur. Bu durum sadece devlet yönetiminin ve hâkimiyet alanlarının sürekli el değiştirmesiyle ilgili değildir. Toplum uzayan savaşların sonucunda bitap düşmüş, kısa süreli zaferlerin süreğen olamamasının getirdiği umutsuzluğu yaşamaktadır. Umutsuzluk ve yorgunluğun yanı sıra, uzayan savaş uzayan ve gittikçe kötüye giden ekonomiyi ve derinleşen yoksulluğu körüklemiştir. Afganistan toplumu büyük bir yoksullukla karşı karşıyadır. Yıllardır milyarlarca dolar fon akıtılan ülkede, toplumun ancak %5’i bu fonlardan faydalanabilmekte, geri kalanı iki gün üst üste yiyecek yemek bulabilince kendini şanslı saymaktadır.

Tüm bunların ve sayamadığımız tüm gerekçelerin ışığında güçlü ve kolektif bir kadın direnişinin örgütlenememesinin nedenleri daha iyi anlaşılmaktadır. Kadınların son 50 yıl içerisinde özelde son 20 yılda yaşanan her şeye, tüm vahşete rağmen belli bir örgütlülük düzeyi kazandıkları açık, bu konuda özellikle RAWA’nın varlığı ve örgütlenme biçimi, yine tüm dünyada yükselen kadın özgürlük mücadeleleri ve Kürdistan kadın özgürlük mücadelesi ve Rojava kadın devrimi oldukça etkili. Fakat direnişin yaygınlaşamaması ve zihinsel bir değişim dönüşüme evirilememesi bin yıllardır zihinlere işlenen eril kalıpların kırılamamasıyla ilgili ki bu sadece Afganistan’ın sorunu değil. Fakat orada işleyen bir süreç var ve bu devrim ihtiyacını pek çok coğrafyadan daha öncelikli hale getiriyor. Daha önceden defalarca deneyimlendiği üzere bu devrim dış bir dinamikten, hegemon bir güçten değil, ancak kendi öz gücünden beslenebilir ve bu doğrultuda ilerleyebilir.

2021 itibariyle Afganistan’ın tekrardan Taliban denetimine girmesinden önce de bölgeden dünyanın geri kalanına çok yoğun bir kadın göçü oldu. Özellikle 2011 yılı sonrası İran, Türkiye ve gidebiliyorsa Avrupa’ya binlerce kadın gitti. Çünkü resmi olarak iktidarda olmasa da Taliban ve diğer köktendinci gruplar ya da bu grupların zihniyetiyle donanmış aşiretçilik kadın düşmanı tavrından taviz vermedi. Evlenmek istemediği için taşlanarak katledilen kadınlar, kent merkezleri dışında hicabını indirdiği için kırbaçlanan kadınlar, asit atma, uzuv kesme vb. pek çok saldırıyla yüz yüze kalan on binlerce kadın var. 2015’te Ferhunde Melikzade adlı feminist bir kadın Kur’an’ı yaktığı iddiasıyla linç edilerek öldürüldü, sonra Kabil merkezinde yakıldı. Yine aynı yıl kendisinden yaşça çok büyük birisiyle evlenmek istemeyen Roshana recm edilerek katledildi. Bombalanan kız okulları ve suikasta uğrayan kadınlar… Malala Yousufzai öyküsü yakın tarihli ve pek çoğumuzun aşina olduğu bir örnek…

Malala Yousufzai… Pek çok kişinin hakkında yazıp çizdiği, yakın dönem kadın direniş tarihinin sembol isimlerinden biri, ismini Maivandlı Malala’dan almış cesur bir Peştu kızı. Onu en iyi yine kendisi anlatmış, Ben Malala ismiyle yayınladığı otobiyografisinde kısacık bir ömre neler sığar, erkek egemenlikli akıl yetişme çağındaki genç bir kadını nasıl acının ve direnişle sınayarak olgunlaştırır, bunun en iyi örneği. Kadınlara çağrısını kitabının ilk cümlesi yapmış Malala; ‘’ Haksızlığa maruz kalan ve sonra da susturulan bütün kızlar… Sesimizi birlikte duyuracağız…’’ Malala’nın yaşam öyküsü Pakistan’da geçiyor fakat durum aynı aslında. Kız çocuklarının eğitim hakkını savunduğu ve bunu kamuoyuna açık bir kampanyaya dönüştürdüğü için Taliban’ın hedefi oldu. Köktendinciliğe ve İslam’ın yanlış yorumlanmasına karşı ailesiyle beraber direnen Malala, uğradığı saldırı sonrası bilinci kapalı bir halde Pakistan’dan çıkarıldı, uzun ve eziyetli tedavi süreçlerinin ardından İngiltere’ye yerleşti. Nobel ödülü almaya hak kazanmış en genç kişi olarak tarihe geçti ve olduğu yerden mücadelesini sürdürüyor.

Taliban’a karşı direnen ve direnmeye devam eden kadınların ismi saymakla bitmiyor. Açık sözlü kadın siyasetçi Belkıs Roshan bunun örneklerinden biri. Kadın hakları savunucuları, tüm tehditlere rağmen mücadeleden vazgeçmeyen ve eve kapanmayan binlerce öğretmen, doktor, gazeteci, siyasetçi kadın var. Her ne kadar Taliban tekrardan iktidara geldikten sonra kadınlara yönelik politikasında daha ılımlı olacağını açıkladıysa da pratik bunun tam tersini gösteriyor. Bundan birkaç yıl önce parlamentosundaki kadın milletvekili oranı ABD’den daha yüksek olan Afganistan’da kadınlara siyaset yasaklanmış durumda. Yeni kurulan hükümette hiçbir şekilde kadın yok. Kamusal alanda çalışan tüm kadınlar şimdiden evlere kapatılmaya başladı. Kırsal alanda kaçırmalar, bombalamalar, burka ve peçe zorunluluğu tekrardan getirildi. Bir şekilde yüzü tanınan, TV’ye çıkmış tüm kadınlar açık hedef durumunda. Taliban eski Taliban olamayacak doğru, fakat bu açıkladığı sözüm ona ılımlılaşma politikasıyla ilgili değil. Taliban ne zihniyette ne de görünüşte hiçbir değişim yaşamadı.

Fakat Afganistan kadınları kısmen de olsa bir değişim yaşadı, farklı ülkelere göç etmek ya da köşesine çekilmek yerine direnişi seçen, ülkesinde kalmayı seçen kadınlar çok fazla. RAWA bu konuda Afganistan kadınlarına öncülük etmeye devam ediyor. Bu direniş kitleselleşip yaygınlaşabilirse, Afgan kadınları kazanımlarını koruyabilecekler hatta eksik kazanımlarla yetinmeyip bunun bir adım ötesine geçebilecekler. DAİŞ vahşeti ve Taliban aynı İslami kökenden beslenen iki grup, DAİŞ’e karşı Rojava ’da, Şengal’de, Maxmur’da örgütlenen direniş ve kadınların zaferi hiçbir şeyin imkânsız olmadığını gösteriyor. Bu noktada herhangi bir merkezi hegemon gücün aksine, zaferi örgütleyebilecek olanın öz örgütlülük ve meşru savunma olduğu aşikâr.

Kadın özgürlük sorunsalı merkezi hegemon güçlerin elinde bir argümanın ötesinde bir şey değil, zira Doha görüşmelerinde ABD’nin Taliban’a bu konuda minik telkinlerde bulunduğu görülüyor. Bu telkinlerin sebebi kadın hakları savunuculuğu değil, dünyanın gözünde oluşan Taliban algısını değiştirmek. Zira kadın örgütleri ve sol-sosyalist-devrimci güçler dışında, yeni duruma güçlü bir itiraz ya da uluslararası bir yaptırım gelişmedi. Bu noktada esas olan kadın direnişi ve öz savunmasıdır. Aynı şekilde son yıllarda örgütlenen pek çok kadın mücadele platformlarının, örgütlerinin bu noktada Afganistan kadınlarıyla dayanışma içerisinde olmasıdır. Ortadoğu kadın konferansında bu konuda önemli kararlar alınmıştı, bu kararların pratikleşmesi ve etkin dayanışma ağının örgütlenmesi hayati önemdedir.

Son aylarda gelişen eylemlilikler, dijital medya üzerinden örgütlendirilen ‘Kıyafetime Dokunma’ vb. etkinlikler bir uyanışı ve çağrıyı örgütlemesi itibariyle önemlidir. Eski geleneksel, renkli Afgan giyim ve yaşam kültürüne vurgu yapılan bu eylem oldukça ses getirdi. Eyleme katılan kadınlardan biri; ‘’ Kültürümüz siyah ya da beyaza değil, renklerin uyumuna dayanıyor.’ diyor. Aslında bu Afganistan’da sadece giyimle ilgili değil tüm yaşam alanlarıyla ilgili bir ihtiyaç; uyum ve dengenin tüm körüklemelerden, kışkırtmalardan arındırılarak tekrardan kazanılması ülkenin içinde bulunduğu krizli halin çözümü için oldukça önemli bir noktadır.

‘’Demokratik modernitenin demokratik ulus zihniyeti ve demokratik özerklik yapılanması bu kaotik durumdan çıkışın en uygun eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik modelidir, yeni paradigmasıdır. Herkese, her topluma kalıcı barışın ve güvenliğin yolunu gösteren bir modeldir. (…) Tarafların birbirlerini inkâr ederek çıkış yapmaları en zayıf olasılıktır. Yeni çıkışların Batı bilimi oryantalizmiyle sağlanamayacağı yeterince açığa çıkmıştır. Doğu’nun toplumsal doğasının bilimi ise sadece öncülerini bekliyor. Arzulanan çıkış bu bilimin üretimi, örgütlenmesi, hareketlenmesi ve toplumsallaşmasıyla gerçekleşebilir.’’ (9)

Sonuç olarak; şu anda gelişen durum Yeni Büyük Oyun kapsamında dış güçlerin yoğun müdahalesinin bir sonucu olarak karşımızda duruyor. ABD, Çin, Rusya Taliban’la ekonomik ve siyasi görüşmelere devam ediyor, Türkiye; ‘ Taliban’la ideolojik bir farklılığımız yok’ diyor. Pakistan başından beri bu işin baş örgütleyicilerinden biri ve hala da devam ediyor. Afganistan’da tüm ulus-devletçi paradigmalar tüm çürümüşlüğüyle çözümsüzlüğün zirvesini yaşar ve yaşatırken, demokratik uygarlıkçı ve ülkenin kendi öz gücüne dayalı bir çözüm dışında bir kurtuluş yolu görünmüyor. Bu noktada son günlerde artan halk ve kadın hareketlilikleri umut vericidir. Bu hareketlerin hem deneyimle hem de dayanışmayla büyütülmesine önemle ihtiyaç vardır. Kadın direniş gelenekleri istediği, inandığı ve direndiği zaman neleri kazanabildiğini tüm dünyaya ispatlamıştır. Afganistan gerçeğinde de geçmişten dersler çıkarmak ve geleceğe öyle yönelmek oldukça önemlidir.

Kaynakça

  1. Demokratik Uygarlık Manifestosu- Abdullah ÖCALAN

  2. 11 Eylül’den Afganistan’a ABD İmparatorluğu- Ütopya Yayınları

  3. 18. Yüzyıldan Günümüze Kadar Afganistan’ın Jeo-stratejik Önemi- Hüseyin ŞEYHANLIOĞLU

  4. Orta Asya’da Yeni Büyük Oyun’ un Anahtarı: Afganistan- Serpil GÜDÜL- Farida LABİB ROUF

  5. Ben Malala- Malala YOUSUFZAİ

  6. Hakan Güneş röportaj ve makaleleri- İstanbul Üniversitesi

  7. https://catlakzemin.com/

  8. Newaya Jin

  9. www.stringfixer.com

Dizin

  1. Demokratik Uygarlık Manifestosu- Abdullah ÖCALAN

  2. Demokratik Uygarlık Manifestosu- Abdullah ÖCALAN

  3. Orta Asya’da Yeni Büyük Oyunun Anahtarı: Afganistan- Serpil GÜDÜL- Farida LABİB ROUF

  4. 11 Eylül’den Afganistan’a ABD İmparatorluğu- Ütopya Yayınları

  5. Vehabbilik- İslam Ansiklopedisi

  6. Devbendiye Ekolüne dair- Hakan Güneş röportaj ve makaleleri

  7. RAWA- Hakan Güneş Afganistan röportajından

  8. Demokratik Uygarlık Manifestosu- Abdullah ÖCALAN

  9. Demokratik Uygarlık Manifestosu- Abdullah ÖCALAN

Bunları da beğenebilirsin