KAPİTALİST EKONOMİYE KARŞI KADININ EKONOMİSİ

DİCLE TEKMAN

Ekonomi kavramı, günümüz dünyasında en fazla dile gelen, güncel olarak tartışılan bir konu olmaktadır. Yine toplumsal olayların, ekolojik sorunların, nükleer silahların ve savaşların, daha birçok temel konuların başında gelen bir kavram olmaya devam etmektedir. Açlık, işsizlik, borç, banka, borsa, insan sağlığını ve yaşamını tehdit eden olaylar, tecavüz, hırsızlık, para, sermaye, yolsuzluk vb. daha buna benzer birçok sözcükler yaşamımızda çok kullanılıyor. Her gün istisnasız basın-medya kanallarına baktığımızda bu tür sözcüklerin dile geldiği olaylarla karşılaşıyoruz. Zira bu sorun ve krizlere yol açan hiç kuşkusuz kapitalist sistemin oyun aracına dönüşen, tekelci sermayedarların elindeki ekonomi olmayan ekonomidir.

Günümüzde ekonomi denince ilk akla gelen paradır. Para adeta yaşamın tüm alanında tıpkı bermuda üçgeni gibi dönmektedir. İnsanlar artık parasız nefes dahi alamaz, doğanın insana bahşettiği suyu bile parasız asla içemez duruma getirilmiştir. Başta ekonomi olmak üzere her şey kâr-sermaye aracına dönüşmüş, kapitalizme hizmet amaçlı işletebilmek için birer malzeme konumuna düşürülmüştür.

İnsan emeği para ile ölçülmektedir. Tarlada çalışan bir çiftçi ile evde çocuk besleyip büyüten, yaşamı örgütleyip düzene koyan kadının yaptığı iş ise emekten bile hiç sayılmaz. Emek olgusu para ile özdeşleştirildiği için kapitalist sisteme göre emek veren yalnızca mesleği olan, devlete, sermayedarlara hizmet eden ve karşılığında para alan kesimler olarak bilinir. Güneş sıcaklığının otuz beş derece altında tarlada çalışan bir kadının, günün yirmi dört saati ev işleriyle uğraşan, çocuk doğurup besleyen ve büyüten Anaların,yine yaylalarda hayvan otlatıp geçimini sağlayan çobanın, talep edilmiş mal ve ürünlerin satışı için günlerce pazar pazar dolaşan esnafın, yani kısacası bu insanların yaptıkları işler emekten sayılmaz.

Emek demek, gerçek ekonomi demektir. Alın teri ve göz nuru ile kazanılan, çatlamış, nasırlı ellerin yarattığı değerdir, kültürdür bir tarihtir. Gerçek emeğin ve ekonominin sahipleri Önder APO’nun da belirttiği gibi  kadın, çiftçi, çoban, zanaatkâr ve küçük çaplı tüccar kesimlerdir. Gerçekte ekonomist ;kadının kendisidir. İlk tarım ve toplayıcılıkla uğraşan, toplumsallığı kendi etrafında örgütleyen, armağan kültürünü ilk geliştiren, yaşamı tümüyle bir sisteme kavuşturan kadının yani ana-tanrıçanın kendisidir.

Peki, ekonominin gerçek sahipleri onlar olurken neden ekonomi dışında kaldılar? Yine, ekonomi toplumun kendisini doğal besleme maddi-manevi ihtiyaçlarını giderme alanıyken ne oldu da toplumları sömüren bir kuruma dönüştü? Genelde toplumdan, özelde kadından çalınan ekonomi gerçekte bu değildir. Yalancı ve zalim erkeğin kıskacına düşen ana-tanrıça kadının elinden çalınan ekonomi genelde sınıflı uygarlıkta, özelde kapitalist moderniteyle gerçek anlamından, özünden çıkartılarak tekelci sermayedarların elinde gaspçı, talancı ve salt insanlığı değil, doğayı da, tüm evreni yok eden bir canavar haline dönüştürülmüştür. Ekonomiyi ne para ile ne de kapitalizmle özdeşleştiremeyiz. Ekonomi ne kapitalizmdir, ne de Euro, senet, borsa, faiz vb. kâğıt oyunlarıdır.

Bu tür kâğıt oyunları insanın-toplumların kafasını bulandırmaktan, daraltmaktan ve çaresiz bırakmaktan başka bir işe yaramamış, hatta insan öldürmek ve yok etmekle (kapitalist ekonominin en temel sermaye alanından biriside Nükleer ve kimyasal silah üretimi ve ticaretidir ) tehdit eden bir canavara dönüştürülmüştür.

Tanım olarak ekonomi evrensel bir kavramı içermektedir.Ekonomi-Ekonomos, kelime anlamı Yunanca ev yasası-çevre yasası anlamına geliyor. Toplumsallıkla ilişkisi vardır, toplumun en temel faaliyeti olarak anlam ifade eder ki, toplumsallığın başından itibaren kadın, ekonomik yaşamı çekip düzene koymada ve örgütlemede öncülük etmiştir. Neolitik dönem dediğimiz süreç bunun kanıtıdır.

Her canlının bir duruşu, bakışı ve yaşamdaki varlığı bir dengeyi oluşturmaktadır.Kendisini beslemesi için avlanması, dışarıdan gelecek tehlikelere karşı kendisini koruması ve neslinin tükenmemesi için de kendisini çoğaltması gerekir. İlk insan toplulukları açısından da bu böyledir. Başlangıçta barınmak için kendilerine uygun yer ararlar daha sonra beslenmek için de avcılık ve toplayıcılık arayışına geçerler.

Beslenme bir ekonomik faaliyettir, toplumların zorunlu maddi ihtiyacını giderme eylemidir. Klanlar şeklinde yaşam süren ilk insan topluluğu tarım-toplayıcılık ve avcılıkla sağladığı beslenme düzeninde en fazla dikkati çeken nokta kuşkusuz komünal, kolektif, ortak bir düzen kurmalarıdır. Her şey klan toplumu içindir. Toplanan ürünler herkesindir ve bireysellik, bencillik yoktur. Özel mülkiyet,  yani benimdir, benim malımdır, bana aittir gibi sözlere yer yoktur. Ne varsa hepsinindir. Ahlaki ve politik toplumun özü bu yaşam tarzında açığa çıkmaktadır. O dönemin en temel ekonomik faaliyeti toplanan ürünün anında dağıtılmasıdır. Kadın-ana tanrıça öncülüğünde gelişen bu paylaşım kadın ekonomisinin özüdür.

Armağan kültürü bu döneme ait bir ekonomik faaliyettir. Toplanan ürünler biriktirilmeden hediye verilerek dağıtılır. Bu hediye kültürü aslında öyle bildiğimiz basit bir olay değildir. Armağan kültürü beraberinde komşuluk, arkadaşlık, akrabalık gibi insan ilişkilerini geliştirerek, duyguda, ruhta ve birbirine saygı göstermede adeta bir araç olur, bu da beraberinde toplum olmayı örgütler. Zira kapitalist ekonomide de bir arz-talep ilişkisi vardır. Ürünü piyasadan çeker, biriktirir. Yani bir biriktirme olayı var ama niçin? Ve kimin için? Elbette tekelci sermayedarlar için. Kapitalizmin kendisini güçlendirmesi için.

Kapitalist ekonominin kendisini finanse ettiği bir alanda arz-talep kanunudur. Üreticinin piyasaya mal çıkarması ve tüketicinin piyasadan mal çekmesi olayı sistemli olarak yürütülen bir oyundur. Ve bu oyunla toplumlar, hatta ülkeler dahi krize sürüklenerek çözümsüz bırakılır. Kapitalist ekonominin tek amacı kendi oluşturduğu sistemle toplumları ve ülkeleri kendisine bağımlı kılmaktadır.

Armağan kültürü başta Kürdistan olmak üzere bazı ülkelerde de buna benzer kültür ve gelenek halen mevcuttur. Bu kuşkusuz doğal toplumun ortadan tümüyle kalkmadığının bir ispatıdır. İnsanlar birbirlerinin ihtiyaçlarını bilerek ortak, kolektif bir dayanışma içerisinde yaşamını örgütler. Toplumsallaşmada özellikle kadınlar daha yaratıcı, örgütleyici, özverili ve duyarlıdır. Bu anlamıyla gerçek ekonomi, kadın öncülüğünde gelişen, topluma ait, toplumun kendi yarattığı değerlerin bir toplamıdır.

Öyleyse topluma ait olan topluma tekrar kazandırılmalı ve toplumun hizmetine sunulmalıdır. Tarihte olduğu gibi kendi ekonomimizi kendimiz oluşturalım. Bunun için olanaklarımız çok daha fazla. Yeter ki örgütlenmesini iyi bilelim. Mesela, üzerinde en temel ekonomik faaliyet yürütebileceğimiz alan elbette ki tarım alanlarıdır. Organik ürün yetiştirmek ve ondan yararlanmak hem sağlık açısından önemli ve hem de insanın toprakla bütünleşmesini, ruhsal, duygusal, fiziksel ve maneviyatın gelişmesini sağlar. Biliyoruz ki kapitalist sistemin betonlaşmış zihniyeti dünyayı da beton yığınına çevirmek istemektedir. Endüstriyalizm canavarını da arkasına almış tekelci sermayedar güçleriyle bugün ekolojiye verdiği zararların da haddi hesabı yoktur. Doğada bir parça yeşil alana tahammülleri kalmamış, her yeri plaza ve kulelere dönüştürmüştür. Tarımı yapacak toprak alan bırakılmamıştır. Her yer gökdelen ve kulelerle çevrili bir beton yığınıdır.

Elleri, ayakları toprağa basmayan, yeşilliğe dokunmayan, koklamayan bir insanın ruh hali sizce nasıl olabilir? Kuşkusuz hissiz, duygusuz, toplumsallıktan ve sevgiden uzak, bireyci, bencil bir kişilik olur. Kapitalist sistem ekonomiyi bu şekilde kullanarak toplumda vicdani ve ahlaki duyguları da yok etmektedir.

Dolayısıyla kapitalist ekonominin bu çılgın hırsına bir an önce müdahale edilmeli ve mücadeleyi evrensel kılabilmeliyiz. Özellikle başta ekonominin gerçek sahibi olan kadınların bu alanda örgütlü ve yetkin bir şekilde faaliyet yürütebilmelidir. Kendi ev ekonomisinden tutalım tüm yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamaya kadar en başta kendi emeğine sahip çıkmalıdır.

Demokratik Ulusun yeniden inşasında Köye dönüş projelerinde tarım kültürünü yeniden canlandırmak başta kadınların en temel görevidir.Köy ve kırsal mekânlar elverişli, potansiyeli olan mekânlardır. Köy-tarım kültürü geliştikçe,  toplumsal ruhu ve komünal-ekonomik yaşamı tekrar canlandırabilir ve önümüze koyduğumuz projelerin hayata geçmesini de hızlandırabiliriz. Başta kadın olmak üzere toplum kapitalist ekonominin sermayesi olmaktan çıkmalı, kendi demokratik ve komünal ekonomik alanlarını geliştirmelidir.

Her insanın kendi içinde, doğal toplum kalıntıları vardır. Toprak, hayvan sevgisi, armağan ve komşuluk vs. özellikle Kürdistan toplumunda bu kültürel gelenek bariz yaşanmaktadır. Kısacası doğayla, toprakla iç içe yaşayan bir halk gerçekliğimiz zaten var. Fakat bugün Kürdistan’da toplumsal duyarlılık artmasına ve devrim düzeyinde bir gelişme ortaya çıkmasına rağmen halen bu konularda ciddi adımların atılmaması ekolojik-ekonomik toplum inşasında zaman kaybına götürmektedir. Bunu aşarak yeniyi inşa etmek, başta tüm sivil toplum kurumlarının, belediyelerin, partilerin ve köy-mahalle meclislerinin görev ve sorumluluğundadır. Öncelikli olarak başta Kürdistan’da işsizlik ve açlığa çözüm bulmak için komün ve kooperatifçiliği örgütlemeliyiz. Herhangi bir toplumsal yaşam koşullarında komün ve kooperatifi örgütlemediğimiz takdirde toplum asla istediği refaha, huzura kavuşamaz, ahlaki ve politik toplum ölçülerini yakalayamaz. Toplumsallık komün demek, komün toplumsallık demektir. Komün-komünaliteyi yaşamın her alanına indirgemek, demokratik tarzın açığa çıkmasına ve ahlaki-politik toplum olma zemininin gelişmesine yol açacaktır.

 

Bunları da beğenebilirsin