JINEOLOJÎ ÖZGÜRLÜK SOSYOLOJİNİ ÖRÜYOR

Heja zeryan

Jineolojî, 2008 yılında Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan tarafından Özgürlük Sosyolojisi Savunması’nda tanımlandı. Özgürlük Sosyolojisi, tarihsel ve güncel dayanaklarıyla demokratik modernite paradigmasını tanımlar. Özgürlük sorununu irdeler ve çözümüne dair yol ve yöntem belirler. Jineolojî, bu sorunun çözüm yöntemidir. Toplumsal özgürlük sorununun temeli kadın özgürlük sorunudur ve çözümü kadın ideolojisi, kadın devrimi ve bilimiyle gerçekleşecektir. Bu anlamda demokratik modernitenin tarihsel ve toplumsal özünün açığa çıkarılmasının bilimi olan jineolojînin bu savunmada tanımlanması, toplumsal sorun analizi ve çözüm perspektifiyle yakından bağlantılıdır.

Demokratik moderinite paradigmasının, “sosyolojinin özü” olarak tanımladığı kadının geliştireceği bilim, toplumsal hakikate ulaşmanın temel dayanağını oluşturmaktadır. Bu “öz” üzerinde kurulan tahakkümün; taciz, tecavüz, ele geçirme, sömürme, işgal ve imha siyasetiyle özdeş devletin temelini oluşturduğunu düşündüğümüzde, tam da bu “öz”ün açığa çıkarılmasına duyulan ihtiyacı ortaya koyar. Bu “öz”ün canlılığı ve direngenliğini, tarihsel ve toplumsal dayanaklarını bilimsel, ahlaki, politik ve felsefi boyutlarıyla görünür kılma ve yaşamsallaştırma amacında olan jineolojî; aynı zamanda yaşam ve toplum bilimidir. Doğa ve yaşamla diyalektik bağı güçlü olan kadının toplumsallığın örülüşünde oynadığı rol, bundan uzaklaşmanın yarattığı tahribat ve bu tahribatı aşmanın yol ve yöntemini belirleyen demokratik sosyalizmin özünü kadın kurtuluş ideolojisinin oluşturması, jineolojînin temel yoğunlaşma konularıdır.

  1. Öcalan, özgürlük sosyolojisini; Braudel’in tarihsel süreler içinde kısa süre olarak tanımladığı, her türlü patlamalı gelişime gebe sürecin sosyolojisi olarak tanımladı. Özgürlük sosyolojisi, bir devrim sosyolojisi, bir oluşum sosyolojisi olarak şekillenmektedir. Birey ve toplum olarak varlık kazanma, yenilenme, kimlikleşme ve kendini yeniden yaratma sürecidir. Bu süreç yeni kavramları, kuramları ve bu zihinsel yenilenmenin getirdiği yeni kurumlaşmaları ifade eder. Kısacası düşünsel, felsefik yanı kadar, yaşamsal, eylemsel ve örgütlenmede somutlaşması demektir. Bu diyalektik bağ, varlık-bilinç-form olarak bir formülasyona kavuşturuldu.

Varlık ve özgürlük sorunu; bugünkü Kürt diyalektiğinde ne kadar yaşamsal, içiçe geçmiş ve devletli uygarlık saldırılarına karşı bir özsavunma direnişi olarak somutlaşmışsa, bu kadın açısından daha hayati bir gerçekliği ifade etmektedir. Cins, ulus ve sınıfsal olarak varolma sorunuyla karşı karşıyadır., Kadının varlığının bilincine, kendi olmanın farkına varması, kendini bilme ve gerçekleştirme düzeyi; toplumsal varlığın ve gerçekleşmenin özünü oluşturmaktadır. Bu özü koruma ve geliştirme tarihsel toplum bilinciyle gerçekleşir. Duygu ve düşünce dünyasını şekillendiren kölelik-egemenlik, devlet-toplum, kadın-erkek, yaşam-ölüm, özne-nesne ikilem veya karşıtlıklarını çözümleme, özgür zihniyet dünyasının gelişimine zemin oluşturur. Direniş ve toplumsallaşma bu bilince dayalı irade, kararlılık ve örgütlenme üzerinden sağlanır. “Xwebun” olma tartışma ve yoğunlaşmalarının son yılların en önemli gündemini belirlemesi, varlık ve bilinç düzeyinde kazanılan gelişmenin, güvenceye alınacak bir oluşma, olgunlaşma ve forma dönüşme ihtiyacı ve zorunluluğuyla bağlantılıdır.

Jineolojînin yoğunlaşma, tartışma, eğitim, inceleme ve araştırma konularının başında, kadın, erkek, özgürlük, toplumsallık, eşyaşam, etik-estetik, politika, ekonomi, demografya, tarih ve kadın devrimi konularının gelmesi, kadın hakikatinin aydınlanması temelinde toplumsal özün açığa çıkarılmasıyla ilgilidir. Yine devlet, iktidar, uygarlık konuları, erkek egemen yöntem ve ideolojiler olarak mitoloji, felsefe, din, bilim üzerinde yoğunlaşmalar ve cinsiyetçiliğin irdelenmesi, devletli düşünce yapıları ve zihniyet dünyasının çözümlenmesini amaçlamaktadır. En ilgi çeken konuların başında kadın-erkek doğası, tarih ve yaşayan neolitik değerler, kadın devrimi ve direniş kültürü, özgür eşyaşam, erkeği öldürme, erkeği dönüştürme, etik-estetik olmasının, bu öze ulaşma ihtiyacıyla kesin bağı var. Kendini tanıma, anlama, yaşam ve varlığına anlam vermeye duyulan ihtiyacın göstergesidir. Toplumsal tarihin, değerlerin canlı ve bir sır gibi, inceden inceye yaşamı örmeye devam ettiğinin farkına varmak, büyük heyecan vermekte. İnceden inceye işleyen, kadın bilimi, bilgisi ve yaşam gücü olarak, tüketilemeyen toplumsallığın sihirli formülünü koruyan bir damar var. Doğa ve toplum kırım politikaları, savaş ve öldürmeye kilitlenmiş iktidar ve egemenlik dünyasına karşın, yaşam coşkusu ve canlılığını koruyan gizemli bir direniş var. Bu direniş en çok da sesi ve soluğu kesilen kadın dünyasında var.

Bu damarın keşfi, kadın ve toplum hafızasında, yaşamında saklanan ve özenle korunan bu bilgiye-bilime-direngen güce ulaşmak, kadın yüzyılı olma iddiasını taşıyan 21. yüzyılın ve ikinci kadın devriminin en önemli tarihsel dayanağını oluşturuyor. Kürdistan’da yarım yüzyıla yaklaşan özgürlük mücadelesinin, esas dinamiğini kadın özgürlüğünün oluşturması, Rojava devriminin bir kadın devrimi olarak şekillenmesi tesadüfi gelişmeler değil. Yine dünyanın birçok yerinde süren toplumsal direnişlerde kadınların önde olması tesadüf değil. Kadın bilgisi, bilimi ve üretiminin gücünden duyulan tarihsel korkunun, tüm egemenlik güçlerini tek vücut halinde her türlü vahşeti uygulayacak bir saldırganlığa yöneltmesi de tesadüf değil. Başta Kürdistan olmak üzere, bütün direniş odaklarına yönelen ve hakimiyetini her birey ve toplumda, insanın her hücresinde tamamlamak isteyen küresel bir saldırı var.

Kadın bilgisi, yaşam ve direniş kültürünün Cudi, Zagroslar, Efrin, Serekani gibi Kürdistan’ın tarihi mekanlarında, tarım ve mimari gibi birçok alanda canlılığını sürdürmesi, bu öze yönelmenin en temel gerekçesi. Bu direnişin sosyolojik çözümlemesiyle yaşam ve özgürlüğün anlam gücünü keşfeden jineolojî, bir anlam bilimi, aynı zamanda bir özsavunma, direniş kültürünün bilimi olarak varlık kazanıyor. “Özgürlük anı”nın, “devrim anı”nın bilimi olarak, bir oluşum bilimi olarak, bütün oluşumların zenginliğine ve kapsayıcılığına denk düşecek bir öze ve kapsama sahip. Birinci kadın devrimi neolitik devrimin tüm dünyanın beslendiği bilgi, birikim, üretim bilgisi ve özgürlük bilincini açığa çıkardığı gibi, jineolojî de ikinci kadın devriminin üretkenliğinin, özgürlük ideolojisinin bilimi olarak gelişiyor. Bu oluşum ve yaratım sürecinin tarihsel-güncel temeli ve yaratımlarına denk bir zenginliği, toplumu ve yaşamı kucaklama ihtiyacının bir ürünü. Toplumsal yaşam alanlarının tümüyle ve bilim alanlarıyla ilgili olmasının nedeni bu.

Pozitivist bilimin kadın ve toplum biliminde, hafızasında, varlığında yolaçtığı kırılma, bozulma ve tahribatları gidermenin alternatif bilimi jineolojî. Bundan kaynaklı, başta sosyal bilimler olmak üzere bütün bilimlere radikal bir eleştiriye sahip. Bilimin iktidar güçlerinin hizmetinde, doğa, toplum ve kadının varlığına yönelen saldırganlığının içeriği ve biçimini tahlil eden, alternatifini geliştiren bir toplumsallaşma ve eylem kılavuzuna dönüşerek şekilleniyor.

Doğa, yaşam ve toplumla bağı güçlü olan kadının, çocuk-aile-erkeğe hizmetle sınırlandırılmasının ya da kapitalizmin çok yönlü kullanım nesnesine dönüştürülmesinin toplumsal sonuçları, varlık krizini derinleştirmiş durumda. Bu krizin ideolojik ve kurumsal temelini döşeyen mitoloji, din, felsefe ve bilim yöntemlerini çözümlemek, çalınan kadın-toplum bilgisi ve bilimini gerçek sahiplerine teslim etmek, “öz”e zarar veren yönleriyle bilinçli bir mücadelenin bilgisi ve bilimini derinleştirmek; jineolojînin hareket alanını tarihsel toplum olarak belirliyor. Direnen kültürlerin, inançların, etnisitelerin, sınıf ve toplumsal kesimlerin yaşam üreten, anlam biriktiren bilgisini esas alıyor.

Buradan yola çıkarsak, jineolojînin tarihin sosyolojikleştirilmesi ve sosyolojinin tarihselleştirilmesi anlamında, tarihsel bir rolü var. Toplumsal tarih yorumunu geliştirmeyi ve tarihsel toplum perspektifini güçlendirmeyi içeriyor. Bu anlamda en büyük katkıyı tarihe yaklaşımda geliştirdiği düzeltme yol ve yöntemlerinde aldığı sonuçla gerçekleştiriyor. Kadın doğası ve gerçeğini aydınlatmak, tarihi egemenlerin tarihi veya erkek merkezli yorumların tarihi olmaktan çıkaracak en önemli nokta. Çünkü temel çelişkinin yaşandığı ve üstünün örtüldüğü alan. Bu konuda tarihçiler, feministler, önderler, toplumla ilgili olan herkes, bir tanım arayışında olmuştur. “İlk sınıf kadın”, “ilk ezilen kadın”, “iki kez sömürülen kadın”, “son sömürge kadın”, “ilk ve son sömürge ulus kadın” gibi ideolojik bakış açısına göre tanımlamalar geliştirilir.

Jineolojî, Önder Apo’nun “ilk ve son sömürge ulus kadın” tanımlaması ve “ilk ilmi yapılması gereken alan özgür eşyaşam alanı” tespitinden hareketle erkek-devlet-iktidar bağı içinde kadın üzerindeki egemenliğin, toplumla birlikte geliştirildiğini irdeliyor. Bunun aynı zamanda erkeğin de köleleştirilmesi anlamına geldiği toplumsal ve bilimsel bilgisini esas alıyor. Kadın, erkek ve toplum doğasını bozan iktidar-devletli uygarlık tarihini çözümlüyor. Özgür toplum ve yaşamın gerçek kadın-erkek doğalarını açığa çıkarmaya dayanan demokratik uygarlık tarihini aydınlatıyor. Özgürlük felsefesiyle yoğrulmuş duygu ve düşünce gücünü geliştirmeyen kadın ve erkeğin özgür eşyaşam alanlarını üretemeyeceği, geliştiremeyeceği gerçeğini paylaşıyor. Bu temelde yapılan eğitimler, sosyolojik araştırmalar, yoğunlaşmalar, bir etkileşim yaratsa da tahribatın derinliği, çözümleme ve mücadeleyi yaygın, kapsamlı ve zengin kılma gerekliliğini açığa çıkarıyor.

Duygu ve düşünce dünyasında yaşanan parçalanma, yabancılaşma ve nesneleşmenin farkına varma, çarpıcı ve hızla gelişirken, dogma, inanç ve geleneklerin etkisi toplumsal mücadele alanına dönüşme hızını yavaşlatıyor. Buna paralel küresel kapitalizm, modernist yaşam, sanal dünya ve liberal özgürlük anlayışını dünyanın en ücra köşesine hakim kılma politikasını yaygınlaştırıyor. Kadın özgürlük mücadelesi ve kadın kurtuluş ideolojisine karşı alternatif bir yaşam ve özgürlük alanı olarak sunuyor. Bu noktada, jineolojînin “ideolojiyle sosyoloji arasındaki mesafenin kısaldığı”1 tespitini yaşama geçirmede belirleyici bir yeri var. Kadın kurtuluş ideolojisinin bilimsel ve toplumsal temelini güçlendirmek, devlet ve iktidar alanlarını sınırlandırır. Kölelik-egemenlik ikileminin dışında özgür yaşam alanlarının gelişmesinin önünü açar.

İdeoloji ve sosyal bilimin yakınlığı, toplumsal özgürlük zeminini güçlendirir. Bu zemini özgürlük sosyolojisiyle örmek, düşünsel, duygusal ve yaşamsal pratiğin uyumu, kadın-erkek uyumu, doğa-toplum uyumunu, ahengini ve bütünlüğünü geliştirir. Bu hakikatin bütün olduğu gerçeğine ulaşmaktır. Kadın kurtuluş ideolojisinin beş temel ilkesi olan yurtseverlik, özgür düşünce ve irade, örgütlenme, mücadelecilik ve estetik konuları bu toplumsallığın, hakikatin kadın rengini belirler. Hakikate ulaşmak, zorlu mücadeleleri, ağır bedelleri gerektirse de insan olma, insan kalma ve kadın olmanın özgürlük seçeneğidir. Bu uyumu yeniden yakalama ve koruma uğruna tarih boyunca özgürlükte ısrar yürüyüşünü ve yürüyüşçülerini anlamlandırmak, yaşamak ve yaşatmak, jineolojînin temel dayanaklarındandır.

Toplumsallığın, özgürlüğün moral değerlerini canlı kılan direniş kültüründen beslenmek ve toplumsallaşmak, jineolojînin yaşamsal alanını oluşturuyor. Bu karşılıklı bir oluşum zeminidir hem beslenmeyi hem beslemeyi içerir. Toplumsal bilgi ve bilimle buluştuğu oranda, bu bilgi ve bilimi yeniden toplumsallaşmanın ya da toplumsallığı güçlendirmenin örgüsüyle süreklileştirir. İdeolojik doğrular nekadar güçlü olursa olsun, sosyolojik özle buluşmadığı sürece hayat bulması zordur. Reel sosyalizmin ve ulusal kurtuluş mücadelelerinin başına gelenler çok uzak bir tarih değildir. Toplum yerine devleti güçlendiren, iktidarı pekiştiren bir rol oynayarak, toplum-karşıtı duruma düşmekten kurtulamadılar. Bütün ideallerine, güzel düşüncelerine ve milyonlarca canı bedel vermelerine rağmen, yenilgiden kurtulamadılar.

Devlet ve iktidarı doğru çözümlememek, toplum ve kadın karşıtlığını doğurmakta ve yeniden üretmektedir. Bu anlamda, demokratik modernitenin sistem-karşıtlığını; devlet karşıtlığı, iktidar karşıtlığı ve meşru savunma dışında zora-şiddete karşı olmayla özdeşleştirmesi, egemenlik alanının dışına çıkması anlamına gelir. Toplum zemininde hareket etmek, kadının yaşam kuruculuğunun gücüne inanmak, bu gücün felsefesi ve bilgisiyle erkeği iktidar alanlarının dışına çekmek ve toplumsallaştırmak esas yöntem oluyor. Erkeği öldürmek, kadın özgürlük ideolojisinden ve mücadelesinden alınan güçle gelişiyor. Bu anlamda özgürleşen kadın, erkeğin ve toplumsal özgürlüğün güvencesi oluyor. Ahlaki ve politik toplum, bu özgürlük ruhuyla estetik toplum olarak iyi, güzel ve doğrunun yaşam bulmasıyla tamamlanıyor. Bu üçlü sarmalın şekillendirdiği duygu, düşünce ve eylem özgürlük sosyolojisinin özünü oluşturuyor. Kadın ve toplum rengi oluyor. Jineolojî bu özü işleyen ve bu özün işlediği bilgi ile bir kadın bilimi olarak gelişiyor. Başta sosyal bilimler olmak üzere, bütün bilimlerin bu öze uygun şekillenmesine öncülük iddiasını taşıyor.