EVREN OLMAK!

Emine Erciyes

Evrenle aynı maddelerden yapılmak. Bu ilk duyduğumuzda biraz kulağımızı tırmalasa ve anlamak algılamak ufak bir gel git yaratsada aslında alışık olduğumuz bir cümledir. Tam bu kelimelerle söylenmemiş olsa da, çeşitli biçimlerle hep insanlığın etrafında döndüğü bir oluşum özelliği olarak işlenmiştir, evrenin çocuğu olduğumuz. İşte tanrının Adem’i çamurdan yarattığı inancı bunun bir söyleniş biçimi. Yada antik çağ filozoflarının tanımları; kimine göre her şeyin kaynağı su, kimine göre hava, yada ateş, yada toprak yada her dördü birden, vb. Bu oluşumlar tek tek yada toplu olsalar da evrende olan maddelerdir. Ve her şeyin kökenini ışıkta arayan doğu felsefesi anlayışı…

Yaşamın kaynağını evrende aramışız hep. Bunu mitolojik, dini yada felsefik yöntemlerle arasak da aynı yere çıkmışız aslında. Yada aynı doğruya. Evrenle aynı maddeden oluşmuşuz, daha doğrusu evrendeki maddelerden oluşmuşuz. Bugün bilim ise deney yöntemiyle bu doğruyu ispatlamakta. İnsan vücudunun yüzde yetmiş su olduğu, bunun dışında doğada bulunan tüm elementlerin insan vücudunda bulunduğu anlaşılmıştır. Bu durum çok sulu bir çamuru çağrıştırıyor. Havasız yaşayamadığımız, vücudun belli bir ısı derecesinin olması ise havanın ve ısının (ateşin) insan yaşamı için belirleyiciliğini bilime baş vurmadan gösteriyor. Işığın yaşamsallığını güneşin doğuşu ve batışı bile bize anlatır, fakat daha derinden madde incelendiğinde her şeyin temeli olduğunu bugün bilim ispatlamakta. Doğadaki tüm oluşumların maddeleşmiş enerji olduğunu, enerji akımının ise ışıkla olduğunu, doğadaki tüm gelişim ve değişimin ışıkla olduğu bilimin bugün ulaştığı düzey olankuantum fiziği göstermekte.

Fizik ve kimya bilimleri maddenin en karmaşık ve en incelikli bileşiminin insan maddesinde oluştuğunu belirtiyor. Doğadaki tüm elementlerin en uygun biçimde bileşimi, insanda tüm canlılardan daha ince ve yoğun bir aşama bileşim ifade etmektedir. Maddelerin bileşimiyle oluşan moleküller farklı bir yapı ve enerji olarak oluştukları maddeleri aşarlar. En bilindik örneğimiz su molekülü H2O’yu ele alırsak,suyun bileşimi olan hidrojen ve oksijen biri ucucu biri yanıcı özelliği olan gazlardır ve biraraya gelişleri yaşam kaynağımız su, bunlardan bambaşkadır. O zaman tüm maddelerin bileşimi de bütün maddelerin ortaklaşarak en üst yada karmaşık maddeyi yaratması olsa gerek, dolayısıyla en yüksek enerji potansiyelini.Peki bu potansiyel insanda nasıl bir akışkanlık kazanıyor!

Maddelerin bileşimindeki üst zirve canlılık evrimi açısındanda geçerli. Tüm canlılarda somutlaşan biyolojik evrimsel aşamalar insanda en üst aşamaya ulaşıyor. Her insan çocuğu evrenin oluşumu ve canlılığın evrimsel gelişimini ana karnında dokuz ayda yeniden yaşıyor, o tarihsel birikimle geliyor dünyaya. Evrimin en üst aşamasındaki canlılar olarak bizden daha yetenekli canlılar var diyebiliriz. Evet, ne uçabiliyoruz, ne su altında uzun uzadıya kalabiliyoruz, ne kendimizi koruyacak güçlü deri, tırnak, atiklik ve benzerine sahibiz. İşte evriminde bizde işaret ettiği fark akıl gücümüz. Aklın icatlarıyla deniz atında kalan, gökte uçan, yerde hızlı giden araçlar icatetmiş durumdayız.

Yüksek enerji deyince aklımıza hemen atom bombasına dönüşen atom enerjisi gelir. Ama atomu parçalamayı düşünen enerji daha yüksek bir enerji değilmidir, yada daha örgütlü bir enerji?Atom bombası yok eder, oysa bu enerjiyi yok edici yada yapıcı kullanmayı planlamakta yine bir üst enerji gerektirir. Burada insan aklı atomdan daha güçlü yada atomu tehlikeye çevirenin kendisi. İnsan aklı belki atom enerjisi gibi ortaya saçılmaz, ama o doğadaki hiç bir enerji türünde olmayan yeteneklere sahiptir. Arar, hisseder, kurgular, planlar,yenilikler yaratır hep akışkan ve gelişmecidir, bazen tıkanır kaos süreçleri yaşar, bazen dehalar fışkırır patlamalar yapar. Maddeler bileşimi nasıl bir örgüyse insan enerjiside öyle örgütlü bir akışkanlıktır.

İnsan aklını, ruhunu, duygularını enerji olarak görmek bize garip gelecektir. Enerji deyince ışık, ısı, elektrik, atom enerjisi gibi terimleri duymaya alışığızdır. İnsan aklı ruhu nasıl bir enerjidir diyebiliriz. Peki enerji, ele avuca sığmayan akışkan, değişen ve değiştiren güç değil mi? Bugün kuantumun deyimiyle kendisini gözlememize izin vermeyen hız yada dalga ile ifade edilen maddenin en küçük parçasında gizli özellik değil mi? İnsan ruhu da bu özellikleri kendisinde barındırmıyormu peki, bu tanımlamalara uymuyor mu? Bambaşka bir tarzla bunları yapıyor, ama evet uyuyor demek durumundayız. Bu yönlerinden dolayı dönem dönem felsefeden ve bilimden dışlandı insan ruhu. Görünmez, ölçülemez, hesaplanamaz, matematiğe sığmazdı ve bilim net somut şeylerle uğraşmalıydı. Algıyı, bilimi, matematiği icat eden insan aklı, duyusuve ruhu,aynı bu yaratımları tarafından bilim dışı sayıldı ya da yok sayıldı. Bilim dışılık metafizikti, olmayan, uydurma şeylerdi. Oysa algıların, bilimin ve matematiğin kendisini üretene bile bakılsa, insan aklı ve ruhunun görünürlüğü olarakbunlar somut ispatlardı.

İnsan ruhu nasıl bir enerji.Işık hızından daha akışkan bir hızla evrenin bir ucundan diğer ucuna bir anda gidebilir yada aynı anda buraları yaşayabilir, birçok mekanı bir ana zihninde sığdırabilir. Aynı yolculuğu aynı hızla zamanda geçmişe ve geleceğe doğru yapabilir. İnsan sadece anını ve mekanını yaşamaz, zihninde birçok mekanları ve zamanları paralel yaşayabilir. Aynı anda yan yanayken bile herbirimiz ayrı bir mekanı ve zamanı ruhumuzda yaşayabilmekteyiz. Bu hayal gücüdür ve insan olduğu yerden ve andan başka bir yere ana gitmemiştir diye itirazlar olabilir. Ama bu hayal gücü değilmidir elinde hiç bir alet ve deney olmadan herşeyin temelinin ışık olduğunu iddia eden, maddenin yapı taşının atom olduğunu öne süren,dahası atomu parçalamayı hayal edip sonra gerçekleştiren, evreni hayal edip evrende yolculuğa çıkan. Bu hayal gücü insanlığın tüm ürünlerinin temelidir. Kültürlerin, uygarlıkların, üretim tarzlarının, ve insana dair herşeyin. Sadece zamanda ve mekanda gezebilme değil zamanı ve mekanı kurgulamış ve değiştirmişlerdir insanlar.

Evren olmak nasıl bir duygudur?Pekibunu ruhumuzda nasıl hissederiz?Ruhumuz evrenden aldığımız tüm enerji bileşimimiz ise ruhumuzu oluşturan duygular evrenin neresindedir? Özgürlük evrende nasıl somutlaşır? Mutluluk nasıl bir evrensel histir? Ya korkuları ve öfkeleri varmıdır?Güzelliği ararmı evren?… Tüm bunlar evrenin oluşum dilinde saklı olsa gerek. Özgürlük engelsiz akan enerji ve yaratıcılık olmalı. Evrendeki herşey evreni oluşturan o en küçük”e gizli akıldan başlayıp en büyüğe kadar içiçe birbirine bağlı örülen ortak bir tercihler zinciridir. Özgürlük bundan başka ne olabilir ki? İnsan içinde bu böyle değilmidir? Engellenmektir özgürlüğün çalınması,ama rastgele bir sınırsızlıkta değildir özgürlük. Kendine, etrafına toplumuna güzel bir şeyler katmaktır kendi özgür iradene dayanarak. Mutluluk yaratımda güzeli bulmanın duygusudur. Evren, doğa en ince ruhlu bir sanatçı olarak doğayı donatmış, ona bakıp hayran olmamak, büyülenmemek elde değildir. Yani evren Darwin’in dediği gibi sadece güçlüye doğru değil farklılıkla doğanın renklerini, güzelliğini özgür tercihlerini dile getirir.

Her şeye rağmen bitmeyen, bastırılamayan, yok edilemeyen özgürlük tutkusu, mutluluk, güzellik, aşk arayışı evrensel kökenli olmasaydı, sadece biz insanların icadı olsaydı bu kadar güçlü ve direngen olabilir miydi? Ve karanlıklar var, dağılan enerjiler var, yeni oluşan yıldızlar galaksiler var evrende, bunlarda hala oluşmakta olan bir evreni ifade ediyor. Oluşum ve oluşuma direnç evrensel gerginlik olarak korku ve kaygılara denk gelebilir. İçimizdeki bir türlü kurtulamadığımız yarımlıklar, yetişemediklerimiz, havadan nem kapan hassaslıklarımız, hala geleceği adım adım ören ama nereye gittiği belli olmayan bu evrensel oluşumun bizdeki yansıması olmaz mı? Birde ya içimizdeki sonsuzluk hissine ne demeli. Öleceğimizi biliyoruz. Bedenimiz toprağa ve oradan evrensel akışa tekrar karışacak. Ruhumuz ve enerjimiz ne olacak bu hala tartışmalı, ama yaşam somutunda geride kalan dost ve yoldaşlarımızda bıraktıklarımızla varlığını sürdürecek, bizi yaşatacaklar. Ölüm bir korku olarak nesillerce içimize işlenmesine rağmen içimizde ölüme ikna olmayan sonsuzluk hissi, sevdiklerimizin öldüğüne inanamama, ölümü kavrayamama, evrensel sonsuzluğun bizdeki yansıması değilmidir?

Bunlar evrenin özeti olarak tanımladığımız ruhumuzdan bakarak yaptığımız yorumlar. Bu insani duygular belkide evrensel akılda çok daha farklıdır. Ama şunu anlayabiliriz ki, içimizde nereden geldiğini bilmediğimiz, en derin ve en vazgeçilmez parçamız olan, bize insan olma özelliği katan yanlarımız aslında evrenin de temel özellikleri. Evren olmak küçük dünyalarımızdan hesaplarımızdan çıkmak için bir başlangıç noktası. Evren olmak evren kadar sonsuz yürekli olabilmek, yaratıcı akılda olmak biz insanlara büyük sorumluluklar yükler. Oysa şu anda insanlığın bunun tam tersi bir rol oynadığı, doğayı ve insanlığı tehdit eden yaratımlardan anlaşılmakta. Evrensel hakikatimize dönmek evrenle doğru uyumu getirecektir. Ve enerjimizi evrensel akışa doğru katarsak evren kapılarını bize sonuna kadar açacaktır. Şimdi evren olmanın bize yüklediği büyük anlam arayışıyla karşı karşıyayız.

Bunları da beğenebilirsin