Bir Jineolojî Kampında hevalti ile tanışma

Geçtiğimiz Nisan ayında Almanya’da Ş. Malda Kusa adına düzenlenen Jineolojî Kampına katılan bir annenin gözü, yüreği, ruhu ve bedeninden akan kelimeler… Dört gün sürecek Jineolojî Kampına gitmek için gündelik hayatıma veda etmem gerekiyordu. Çevremdekiler nereye gideceğimi ve ne yapacağımı soruyordu. ‘Bunu açıklayacak mantıklı bir nedenim yok, döndüğümde sorabilirsiniz’ dediysem de esasında kampa neden gittiğimi çok iyi biliyordum.

Zamanı gelmişti! 56 yaşındayım, üç çocuk büyüttüm ve hepsi kendi bakış açılarına göre politik düşünüyor ve hareket ediyor. Aile soframızda sosyal koşullar, dünyadaki adaletsizlikler, toplumsal sorunlar üzerine tartışmalar ve bunun günlük yaşamımızı eylemlerimizi nasıl etkilediği hakkında uzun, kararlı sohbetler eksilmedi.

Hevalti ile tanışma vakti gelmişti

Özünde yabancısı olmadığım meselelerdi yani. Ancak son yıllarda çocuklarımın bilinçli ve oldukça güçlü bir biçimde aldıkları kararları, edindikleri fikirleri ve eylemlerini anlamak benim için zor oldu. Alternatif eğitim yöntemlerini geliştirmeyi hedefleyen bir okulda çalışan bir anne olarak kendi çocuklarımın yaptıklarına anlam vermekte zorlandım. Çocuklarımı rahatsız eden şey ne? Tüm eleştirilere rağmen yaşadığım ve özgürce gelişebildiğimi düşündüğüm bu ülkede neden çocuklarım kendilerini bağımlı hissediyor ve özgür değiller?  Sisteme bağımlı olmadan öz yeterlilik ilkesine dayanan bir okul kurmuştum. Kendimizi ataerkil sistemden kurtarmak için radikal düşünceye dayanan bir yola girmiştim (kamptan sonra kesinlikle kelime seçimim değişti). İnsanlara, çocuklara ve yetişkinlere hakkını veren, bireysellik ve toplum arasındaki gerilimle yüzleşen bir okulda çalışmak istiyordum ve bu eğitim süreçlerinin yetişkinler için ne kadar zor olduğunu da biliyorum. Tek bildiğim, bu anlamda uzun yıllardır politik olarak aktif olduğum, tecrübelerimle harekete bir şeyler katabileceğim. Ancak tüm bunlar,  kendi çocuklarımın anlam dünyasında olup biteni anlamaya yetmedi. Bu nedenle çocuklarımın değerli bulduğu hevalti ile tanışma vakti gelmişti. Kamp yeri biraz soğuktu ve alıştığım rahatlıktan uzaktı.  Üzerimde kimseyi tanımamanın yol açtığı bir tedirginlik vardı. Bana tanıdık gelen tek şey yanıma aldığım not defteri, çizim malzemelerim ve akordiyonum idi. Kapılacağımı düşündüğüm yalnızlık hissiyle böyle başa çıkabileceğimi öngörmüştüm.

İnsanlık tarihinin ayak izlerini takip ettik

Bunların hiçbirinin önemli olmayacağı kısa sürede anlaşıldı. Yalnız değildim, sadece birkaç dakika sonra, farklı yaşlardaki kadınlarla ilk isim terimleri üzerine meraklı sohbetler başladı. Onun açık yürekliliği ve şefkatinden çok etkilendim ve “Aa, sen …’in annesisin!” Komünümde yılan sembolü vardı. Odada asılı olan sevgiyle saklanmış zincir kolyeler, az ama öz bir bilinç bizi bu sembol etrafında bir araya getirdi. Bir arkadaş “Yılan, cennetten kovulmanın suçlusu o değil miydi?” diye soruyor. Ben de biraz sivri bir dil ve donuk bir ifadeyle “Evet, ama cennet ve devrim birbiriyle anlaşamıyorlar” diye yanıtlıyorum. O zamana kadar İncil’deki cennet fikrinin ne kadar da eril olduğunu ve bilgi ağacından yemek yemenin ne kadar da devrimci bir eylem olduğunu henüz fark etmemiştim. Anlatılanların hepsini anladığımı söyleyemem. Buna rağmen dersler beni büyüledi. Kadınların rolüne odaklanan insanlık tarihi ve ayak izlerini takip ettik. Böylece Greko-Romen ve Hıristiyan mitolojisinde kadın şahsında yaşanan kırılmalar daha anlaşılır oldu. Bir topluluğun doğal olarak anlamlı değer kavramının – kadınların merkezi rolüyle desteklenen yaşamın korunması – ne olduğunu daha güçlü kavradım. Bugün yaşamlarımıza nüfuz eden güvenlik, birikim, mülkleştirme gibi kavramların, benimki, seninki gibi sahiplenme biçimlerinin nerede ne biçimde inşa edildiğini neolitikle birlikte daha iyi anladım. Bunun bugünkü birlikteliğimize, ailelerde, okullarda, siyasette ve jeopolitik anlaşmazlıklarda küçük-büyük, her zaman yıkıcı olan güç mücadelelerinde bir etkisi olabilir miydi? Yeryüzünde süregiden bu yaşam tarzından kurtulmak için bir çıkış yolu var mıydı? Derslerde anlatılanlar bende bu sorgulamları yarattı.

Yaşamı savunmak için yaşamlarını yitirenler…

Sadece düşünsel anlamda değil gündelik yaşamda da her şey alışıldık kalıpların dışında idi. Hedefimiz dört gün boyunca ortak bir yaşamı paylaşmak ve birbirimizden çok şey almaktı. Yemek yapmak, temizlik yapmak, bulaşık yıkamak, tutanak tutmak, tercüme etmek bunu gerçekleştirmenin bir yoluydu. Hepimiz farklı görevler alıyorduk. Tabii ki her şey sorunsuz değildi. Bu eleştiri ve özeleştiri konusu da oldu. Ve çok ertelemeden ‘hadi yarın farklı yapalım’ diyebildik. Kampın dışındaki hayatta neler olduğuyla da ilgiliydik elbet? Rusya’nın Ukrayna’daki savaşının yanı sıra basında yer almayan Şengal ve Zap’taki Türkiye’nin saldırıları da gündemimizdeydi. Bu güncel gelişmelerden de uzak kalmamak için her gün kısa bilgilendirmeler yapıldı. Çatışmalı bölgelerdeki insanların durumunu düşünen herkes duygusal olarak etkilendi. Onlara yakınlığımızı, onlara dair kaygılarımızı bir şekilde ifade etmeliydik. Bunun için dayanışma amaçlı bir video hazırlamaya karar verdik. Çekimlere hızla başladık. Bu videoda verilen mesajın gücünü hissediyorum ve bu videonun bir parçası olduğum için mutluyum. Mola sırasında bir arkadaşım yanıma geliyor ve nasıl olduğumu soruyor. Çocuklarım bu mücadelenin içinde oldukları için özel gelip durumumu soruyorlar. O anda aniden acılar hissediliyor. İnsanların yaşamı savunmak için yaşamlarını yitirmelerinin üzüntüsü sarıyor bizi. Beni soran arkadaşa teşekkür ediyorum! Bu acı keder artık sadece çocuklarımla ilgili değildi, bir bakıma evrenseldi.  O anda bu insanlara moral akşamında akordeonsuz, tamamen saf, tamamen kalbimden gelen cesaretle eskiden çok söylediğim ve sevdiğim, çocukluğumda güç aldığım aşağıdaki bu şarkıyı söylemeye karar verdim.

Cesaret*
Bu zor zamanda çok sert olma

Çok sert olanlar kırılır, çok keskin olanlar hemen kırılır. 

Bu korkunç zamandan korkmayın

Hedeflemek istedikleri şey bu

büyük kavgadan önce silahlarımızı bırakmamız

Bu acı zamanda üzülmeyin

Yöneticiler titriyor,

siz ıztırabınızın önünde değil

parmaklıkların arkasında oturuyorsunuz. 

Kendinizi tüketmenize izin vermeyin.

Sen zamanını kullan.

Kaybolma !

Senin bize, bizim de senin neşene ihtiyacımız var.

Bu sessizlik döneminde sessiz kalmak istemiyoruz. 

Yeşil dallardan kırılır.

Herkese göstermek istiyoruz, o zaman bilecekler.

Veda turunda boynumda içimi ısıtan rengarenk yeşil bir fular var. Sadece şal değil, bu harika insanlarla yaşadığım deneyim içimi ısıttı.

Zamanıydı. Hevalliği tanımış ve yaşamıştım.

*Wolf Biermann

 

https://www.newayajin.net/bir-jineoloji-kampinda-hevalti-ile-tanisma/

Bunları da beğenebilirsin